tag:blogger.com,1999:blog-42497133695490951962024-03-19T13:22:48.063+03:00Hayat DostunSağlığımız için yararlı bilgilerScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.comBlogger28125tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-32790904694932615892011-01-29T01:44:00.001+02:002011-01-29T01:45:22.368+02:00Silikozis hastalığı, belirtileri, önleme yolları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRSR-mB_ELPpQsMqvyee5YDdFtRKQXRKWMpBMONyKr9IF3m4ZMO6FlcRZiJAPK1_wA66eQbAV216xS_L30_bQEqNpGUDjV9m5aqKguJObfW8DUR7UWzPNpVIBKBhNWeFq4HNBtooQUhA/s1600/silikozis+hastal%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRSR-mB_ELPpQsMqvyee5YDdFtRKQXRKWMpBMONyKr9IF3m4ZMO6FlcRZiJAPK1_wA66eQbAV216xS_L30_bQEqNpGUDjV9m5aqKguJObfW8DUR7UWzPNpVIBKBhNWeFq4HNBtooQUhA/s400/silikozis+hastal%25C4%25B1%25C4%259F%25C4%25B1.jpg" width="400" /></a></div><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
SİLİKOZİS: Silikozis, taş ocağı, tünel ve diğer maden işçilerinin silisyum tozlarını uzunca bir süre solumaları sonucu gelişen bir pnömokon-yozdur. Silisyum akciğerler için çok tahriş edici bir maddedir. Bunun sonucu akciğerlerde yaygın iltihaplar ve bunu izleyen fibroz odakları ortaya çıkar. Hastalığın solunum sistemini bozup klinik belirtileri ortaya çıkarması 20 – 30 yıl gibi uzun bir çalışma süresini gerektirmektedir. Fakat bu tozlara yoğun bir biçimde hedef olan işçilerde hastalığın ortaya çıkması için 10 yıl yetmektedir. Hastalık uzun süre belirti vermeksizin sinsice ilerler. Akciğer dokusundaki değişiklikler zamanla amfizem, bronşektazi, kronik bronşit veya kor pulmonale tablolarına neden olabilir ve hastada bunlarla ilgili belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Nefes darlığı, hızlı solunum, öksürük, halsizlik, göğüs ağrısı, ses kısıklığı, morarma, kan öksürme gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bütün bu belirtiler genellikle ilerlemiş vakalarda ortaya çıkar. Bu da hastalığın teşhisinde gecikmeye neden olmaktadır. Silikozisli hastaların tüberküloz hastalığına yakalanma riskleri diğer insanlara oranla daha yüksektir.<br />
<br />
Silikozis vakalarının da özel bir tedavisi yoktur. Çalışma koşullarının sağlığa uygun bir düzeye yükseltilmesiyle, çalışma alanlarının havalandırılması ve tozlardan yeterince temizlenmesi maden ve tünel işçilerinin bu hastalığa yakalanmalarını önlenmektedir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-41853976307450878022011-01-26T22:15:00.001+02:002011-01-26T22:16:16.696+02:00Kefir Nedir ? Faydaları Nelerdir?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5mUaeGBLAP5aCdzauX-oNvtXcMOjr85oDjCeHSYJCaSZfyHMW2TgtfA22ns8kvsydt3ZPLS4v3P2UZuQzwelNZKDxdMDDR3uxNI5CPFR-V5O6OghZJ-E9xNGRhsGTWnF4AnOx9okEtA/s1600/kefirin+faydalar%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5mUaeGBLAP5aCdzauX-oNvtXcMOjr85oDjCeHSYJCaSZfyHMW2TgtfA22ns8kvsydt3ZPLS4v3P2UZuQzwelNZKDxdMDDR3uxNI5CPFR-V5O6OghZJ-E9xNGRhsGTWnF4AnOx9okEtA/s1600/kefirin+faydalar%25C4%25B1.jpg" /></a></div><b>KEFİR</b><br />
Kefir Kafkasya’ da yaşayan insanların sıklıkla kullandıkları sütün mayalandırılmasıyla elde edilen bir süt ürünüdür. Son yıllarda Avrupa ve Amerika’da yapılmaya başlanmış ve ülkemizde de Ziraat Fakültelerinin Teknolojisi bölümlerinde üretilmekte olup, sınırlı miktarda satışı yapılmaktadır.<br />
<br />
<b>KEFİR NEDİR ?</b><br />
Kefir, kefir taneleri ile elde edilen Kafkas orjinli etilalkol ve laktik asit fermantasyonlarının bir arada oluştuğu tarihi geçmişi olan bir süt içeceğidir. Kefir çok karışık mikrobiyolojik yapıya sahiptir. Boyutları 0,5-3 cm arsasında değişir ve fındık yada buğday tanesi büyüklüğünde beyaz, beyaz-sarı arasında renklerde küçük karnabahar veya patlamış mısır görünümündedir.<br />
<br />
<b>KEFİR NERDEN GELMİŞTİR ?</b><br />
Kefirin anavatanı Kafkaslardır. İlk kez Batı Asya’ da Türkler tarafından yapılan ve günümüzde pek çok ülkeye yayılan fermente bir süt ürünüdür. Kafkasyalılar kefiri su yerine içmekte ve gençlik iksiri olarak kullanmaktadırlar. Kafkaslardan dünyanın her tarafına yayılan Türkler bu içeceklerini beraberinde dünyanın her tarafına götürmüşler ve yaymışlardır. Şu anda bilimsel araştırma yapan fakülteler başta olmak üzere kuruluşlar kefirin faydaları üzerinde ciddi çalışmalar yapmakta ve önemli sonuçlara ulaşmaktadırlar.<br />
<br />
<b>KEFİR NELERE İYİ GELİR ?</b><br />
Kullanımı ( içimi ) ve hazmı çok kolay olan kefir hücre yenileme özelliğine sahiptir. Mucize içecek kefir özellikle bağırsaklardaki maddelerin küreselleşmesini önlediğinden ömür uzatıcı olduğuna inanılır. Kafkasyalıların kefirin yararlarını bildiklerinden çocuklarına ile su gibi içirirler. Kafkasya’ da yüzyıldan fazla yaşamak çok sıra dışı bir durum değildir. Protein , yağ , laktoz ve mineraller bakımından hayli zengin ilaç tedavisi kesilmeden kullanıldığı zaman kandaki kötü kollestrolü azaltır, tansiyonu düşürür, idrarı sulandırır, vücuttan atılması gereken maddelerin gidişini kolaylaştırıyor, bağırsak hareketlerini hızlandırıyor, bulaşıcı, sarılık , eklem hastalıkları, ishal , kabız , kan kaybı, idrar torbası hastalıları, doğum sorunları, şeker düşürüyor ve en önemlisi KANSERİ GECİKTİRİYOR... Hazmının kolay , proteince zengin oluşu NEDENİ İLE Kefir hastalar ve çocuklar için önemli bir besindir.Hatta 20-30 günlük çocuklara bile günde bir iki kaşık içirilmesi önerilmektedir. Doktorlar, hastalarına ilaçların yanında birde kefir içmelerini tembihliyor.<br />
Ayrıca yapılan araştırmalarda kefirin kadın ve erkeklerde cinsel gücü arttırdığı da bildirilmiştir. Hücre yenileme sayesinde de kadınlar tarafından cilt maskesi olarak kullanıldığı da bilinmektedir.<br />
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Emel SEZGİN, Japonya’ da fareler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre kefirin içinde yer alan maddelerin kanseri %53,6 oranında azalttığını ve ayrıca kefirin kanseri önleyici ilaçlarla kullanılması halinde kanserin tekrarlanma riskinin %67 oranında azalttığını da ortaya çıkarttığını belirtmiştir.( 22.02.2002 Star Gazetesi )<br />
Ayrıca kefir sinirsel rahatsızlıklara, iştahsızlık ve uykusuzluk içinde yararlı olmaktadır.Ülser yüksek tansiyon , bronşit, astım hastalarının tedavisinde de kullanılmaktadır.<br />
<br />
<b>KEFİRİ KİMLER KULLANIR ?</b><br />
Kefiri yaşı ne olursa olsun her yaştaki insan kullanabilir. Yan etkisi yoktur. Çocuklara bile rahatlıkla verilebilir.<br />
<br />
<b>KANSER HASTALARI TERCİH EDİYOR ?</b> <br />
Kefir, vücut direncini arttırıyor, sindirim sistemine yararlı oluyor. Bağırsakta kanser oluşturan etkenleri engelliyor. İlaç değil ama, kanser hastası olanlar, bu özellikleri nedeniyle kefiri tercih ediyor... Yapılan çalışmalar, kefirin, iştahsızlık ve uykusuzluğa da iyi geldiğini göstermiştir.<br />
<br />
<b>KEFİR TANESİ</b><br />
Kefir Tanesi; fındık yada buğday büyüklüğünde, renkleri beyaz, beyaz-sarı arasında küçük karnabahar veya patlamış mısır görünümündedir. Boyutları 0,5-3 cm arasında değişir. Taneler sütü fermente edici rol oynar, en önemli özelliği fermantasyon sonunda süzülerek tekrar kullanılabilmesidir.Kefir taneleri kazein ve birbirleri ile ortak yaşayan mikroorganizmaların meydana getirdiği jelatinimsi koloniler oluştururlar. Çok karışık bir mikrobiyolojik yapıya sahiptir. Değişik araştırmacılar, değişik bölgelerden aldıkları kefir tanelerinde farklı sayıda, oranda ve cinste mikroorganizma tespit etmiştir.Tanede genel olarak laktik asit bakterileri, laktozu fermente eden ve edemeyen mayalar mevcuttur. Bazı tanelerde enterokok ve koliform grubu bakterilere de rastlanmıştır. Kefir tanesinde saf toz halde liyofilize kültürler üretilmiştir. Avrupa ülkelerinde ve A.B.D. de genellikle saf kültürlerden kefir üretilirken , Rusya , Asya , Doğu Avrupa ve Ortadoğu bugüne kadar laboratuvar koşullarında kefir tanesi üretmek mümkün olmamıştır. <br />
<br />
<b>BESİN DEĞERLERİ<br />
</b><br />
Kefir, vücudun temel fonksiyonlarında ve çeşitli faaliyetlerinde kullanılan mineraller ve esansiyel aminoasitler bakımından zengindir. Kefirde bulunan proteinler kısmi sindirimi yapılabilen ve bu nedenle vücut tarafından kolay değerlendirilebilir yapılardır. Kefirde bol miktarda bulunan ve esansiyel amino asitlerden bir tanesi olan triptofanın , mineral maddelerden kalsiyum ve magnezyumun sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı etkisi olduğu bilinmektedir.Vücudumuzda en çok bulunan ikinci mineral madde olan fosfor, hücre gelişimi ve enerji ihtiyacının karşılanması için karbonhidratların , yağların ve proteinlerin kullanımında kolaylık sağlamaktadır. Kefir B12 , B1 ve K vitamini bakımından da zengindir. B u vitaminlerin yeterli alınması durumunda gerek böbrek, karaciğer ve sinir sistemine gerekse deri rahatsızlıklarına sayısız fayda sağladığı bilinmektedir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-20914098940005684142011-01-25T16:48:00.000+02:002011-01-25T16:48:24.986+02:00Elma ve Yeşil Elmanın Faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpd41BZDcQ2eIDwCr-0K_ket2V46pip69-NGtLUpVw_eONE5MGaHfZSm0nwPdHdsk-RYNwKMJzB53xqvJpOF2oftJD-V_cSQ6wSfvoiLkqm6Ut9sztYKs7wrKLedK01n0Fs0HbL81wmw/s1600/ye%25C5%259Fil+elma.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="132" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpd41BZDcQ2eIDwCr-0K_ket2V46pip69-NGtLUpVw_eONE5MGaHfZSm0nwPdHdsk-RYNwKMJzB53xqvJpOF2oftJD-V_cSQ6wSfvoiLkqm6Ut9sztYKs7wrKLedK01n0Fs0HbL81wmw/s200/ye%25C5%259Fil+elma.jpg" width="200" /></a></div><br />
Bir İsveç atasözü vardır “Her gün bir elma ye, bir doktoru uzaklaştır.” Elma, aynı zamanda Havva anamızın uğruna cennetten kovulduğu ‘mistik’ bir meyve. Bu meyvenin tıbbi önemi pek çok hastalıktan koruyucu özelliğinden kaynaklanıyor. Bu özelliği de içerdiği organik asit ve tuzlardan, vitaminlerden ve güçlü antioksidan maddelerden.<br />
<br />
<br />
Organik asitler vücut dengesi için çok önemli, şöyle ki; bu asitler, potasyum, magnezyum, kalsiyum gibi elementlerle birleşerek birtakım organik tuzlar oluşturuyor. Bu tuzlar, oksijenle temas ettiklerinde, geride alkali özellikte maddeler kalır ve vücut için çok hayati olan asit-baz dengesi korunmuş olur. Bu denge her gün yeniden yapılandırılan, sınırları olan ve birçok sistemin bir arada işlediği, enerji sarf edilen bir döngü gerektirir ki ve elma vücudun bu asit-baz dengesini korumaya yardımcı olur. Asit-baz dengesinin korunması organizma için hayati önem taşıyor. Bu organik asitler ayrıca, mide barsak ve idrar yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu. Sivilce ve egzamada da faydalıdır. Ben birçok cilt rahatsızlığında hastalarıma aç karnına taze sıkılmış elma suyunu yavaş yavaş yudumlayarak tüketmelerini öneriyorum, kahvaltıyı da bundan en az yarım saat sonra yapmak gerekiyor.<br />
<br />
<br />
Kuvvetli antioksidan<br />
<br />
Madensel tuzlardan da en çok potasyum bulunur elmada. Sinir ve kas güçlendirici, kronik yorgunluğu giderici ve zihin açıcı özelliği vardır. Potasyum kalp kasından bacak kaslarımıza hatta damarların büzüşüp genişlemesini sağlayan damar etrafındaki kaslara kadar tüm kas sistemi için çok önemlidir. Ayrıca çinko ve bakır açısından da zengindir, çinko birçok cilt hastalığında olumlu etkileri olan bir mineraldir, hatta bazı cilt hastalıklarında kapsül olarak verilir. Önemli bir C vitamini kaynağıdır ki; C vitamininin çok kuvvetli antioksidan özelliği olduğunu artık duymayan kalmadı sanırım, üstelik elmanın içerdiği antioksidanlar C vitamini ile de sınırlı değil. Bu kuvvetli antioksidanlar, “nöron” adı verilen ana sinir hücrelerini oksidatif stresten koruduğu için Alzheimer ve Parkinson hastalıklarına karşı koruyucu etkisi olduğuna dair önemli bilimsel yayınlar var.<br />
<br />
<br />
<br />
Elmanın içerisinde ‘pektin’ adında çözünebilir bir lif var ki bu lifin düzenli kullanıldığında kandaki kötü kolesterol miktarını düşürüp, iyi kolesterolü artırdığı gözlenmiş. Kötü kolesterol yüksekliğinin kanda lipid yüksekliğiyle paralel gittiğini ve damar tıkanıklıklarına zemin hazırladığını size hatırlatmak isterim. Bu özelliğine içeriğindeki kuvvetli antioksidanlar da eklendiğinde elmanın sizi kalp ve damar hastalıklarından koruması hiç de sürpriz değil. Ben, kalp damar hastalıklarına da yine sabah aç karnına taze sıkılmış elma suyu içmelerini öneriyorum. Antioksidanlar, başta damar hücreleri olmak üzere tüm hücrelerimizi, oksijen kullanıldıktan sonra oluşan oksijen yan ürünlerine karşı korurlar.<br />
<br />
Oksijen yan ürünleri hücreye zarar verir ve yaşlanmadan kansere kadar birçok şeyden sorumlu tutulmaktadırlar.<br />
<br />
<br />
Her derde deva<br />
<br />
Çeşitli tıbbi deneysel çalışmada elmadaki birtakım etken maddelerin kanser hücre çoğalmasını engellediği gözlemlenmiştir, bu bulgu tek başına ‘elma kanseri tedavi eder’ olarak yorumlanamaz asla ama en azından koruduğuna dair önemli ipuçları verir. Elmadaki, kanserden koruyucu özelliği olduğu düşünülen maddeler triterpenoidler, quercetin, catechin, phloridzin and chlorogenic asit gibi önemli fitokimyasallar. Laboratuar deneylerinde özellikle karaciğer, kalın barsak ve meme tümörlerinde etkili bulunmuşlar.<br />
<br />
<br />
Dr Elif GüveloğluScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-90276210267204133392011-01-19T02:52:00.002+02:002011-01-19T02:56:29.464+02:00Çikolatanın Yararları ve Zararları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXdKe9uzqMzlJ7o1IP3cZgSAMFS_kt7ntbIKjlmkk6NJBU2UVlRpXsCH_kdi2aTuBGRyiaGpnoQTcy5Yw7yMT2RtGbIgHUpgzalc0-2AnTg0YxybpUgJK9pF6ENxdsMRMBURmySbeomw/s1600/cikolatanin-yararlari-vezararlari.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXdKe9uzqMzlJ7o1IP3cZgSAMFS_kt7ntbIKjlmkk6NJBU2UVlRpXsCH_kdi2aTuBGRyiaGpnoQTcy5Yw7yMT2RtGbIgHUpgzalc0-2AnTg0YxybpUgJK9pF6ENxdsMRMBURmySbeomw/s320/cikolatanin-yararlari-vezararlari.jpg" width="217" /></a></div>Bir gıdanın yarar veya zararından bahsederken tükediltiği miktar önemli bir konudur. Çikolata insanın ihtiyaç duyduğu bir gıdadır. Beyinde serotonin salgılanmasında önemli bir rol oynar. Buda insan sağlığı için çok önemlidir.<br />
<br />
Bitter çikolata, yeşil çay ve üzümün bağışıklık sistemini güçlendirdiği kadar bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bitter çikolatanın antioksidan etkisi mevcut. Yapılan bazı araştırmalara göre 50-70 gram civarında tüketilen bitter çikolata sağlığa yararlı olup yenmesinin herhangi bir zararı olmadığı yönünde. <br />
<br />
Çoğu insan çikolata beni şişmanlatıyor diye yemiyor, çikolatadan uzan durup bir kenara kaldırıyor. Bu çok yanlış bir durumdur. Nedenlerini doğru bir şekilde belirleyip çok miktarda değil az miktarda tüketilmesi gerekiyor. Fındık, fıstık vs. gibi kuruyemişlerle çikolata birleştiği zaman kalorisi artıyor ve kilo sorunları olan insnalarda obezite gibi tehlikeli bir hastalığa neden oluyor. <br />
<br />
Günde tüketeceğiniz çikolata miktarı çok önemli. Mesela günde 200 gram çikolata yemek çok zararlı. Bitter çikolata dışındaki diğer çikolatalardan tüketiyorsanız bunları yarı yarıya düşürün. Mesela 100 gram çikolata yiyorsanız 50 gram yapın. Unutmayın çikolata sağlığa yararlı bir gıda ama fazlası hastalıklara yol açabilir. <br />
<br />
Türkiyede yapılan bir araştırmaya göre en çok kare, baton ve tablet çikolatalar tüketliyor. <br />
İkramlık çikolatalar en çok tüketilen çikolata çeşitleri arasında 2. sırada yer alıyor. Türkiyede Türk insanı en çok sütlü çikolataları ve antep fıstıklı çikolataları tercih ediyor. Onların ardından fındıklı çikolata ve bitter çikolatalar geliyor. <br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhu851KlcnDwFeXNqyXr7nDySTXaS2BAzT3NG4QJkQDZrs4MDYoNbWtU8s6tN-NQZbl9XXb45tVrLNHerKhbOfhSTQH-eWjreRJHg_dz1BrAkUY14YKsO97Jml1dtfUVmqPj5WLNRTTbg/s1600/%25C3%25A7ikolata.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhu851KlcnDwFeXNqyXr7nDySTXaS2BAzT3NG4QJkQDZrs4MDYoNbWtU8s6tN-NQZbl9XXb45tVrLNHerKhbOfhSTQH-eWjreRJHg_dz1BrAkUY14YKsO97Jml1dtfUVmqPj5WLNRTTbg/s1600/%25C3%25A7ikolata.jpg" /></a></div>En sağlıklı çikolata bitter çikolata olarak öne çıkıyor. Uzmanlar diğer çikolatalara oranla bitter çikolatanın daha faydalı olduğunu söylüyorlar. Nedeni ise bitter çikolatada şeker oranı düşük, kakaosu yüksek ve katkı maddesinin az olması olarak söyleniyor. <br />
<br />
Bazı söylentiler var. Çikolata migren hastalığına etkisi var mı veya bu hastalığı tetikler mi ? Migrenli hastalarda phenolsuphotansferase adında bir enzimin az olduğu kanıtlanmıştır. <br />
Çikolata damarları açıp bu enzimin çok harcanmasını sebep oluyor. Aşırı çikolata yememek şartıyla migrenli hastaları çikolata yiyebilir.<br />
<br />
Bir diğer mesele çikolata bağımlılık yapar mı üzerine. Çikolata mutluluk hormanı sağladığından ve güzel tadından bağımlılık yapabiliyor. Ama bu bağımlılığın psikolojik olduğuda bir gerçek.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-33188181487905762912011-01-17T23:30:00.003+02:002011-01-19T02:58:31.544+02:00Gençliğin sırrı O3 (ozon terapi )<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMND3csEsTvJj6f832tfJ1k0kexWcNFZBOf1Xf2oLw-RFWdaU8ihysuaRvGnaE-d3hQHCZUw4zn5-BplKy04lI_cAX6c1UhLCiiPt0m5ao-LgvO1c4GGtVw8QTsArZVunjkEJxs42lQA/s1600/ozon.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMND3csEsTvJj6f832tfJ1k0kexWcNFZBOf1Xf2oLw-RFWdaU8ihysuaRvGnaE-d3hQHCZUw4zn5-BplKy04lI_cAX6c1UhLCiiPt0m5ao-LgvO1c4GGtVw8QTsArZVunjkEJxs42lQA/s1600/ozon.jpg" /></a></div>Kapanmayan yaralar, selülit, fazla kilolar ve hatta kanser. Hepsinin çözümü O3'de yani ozon terapide.<br />
<br />
Şimdilerde birçok ünlünün gençleşmek için kullandığı, uzun yıllar önce Turgut Özal'ın dahi İsviçre'ye giderek uygulattığı ozon terapi birçok derde deva ve kulağa mucize gibi geliyor. Fizyozon Terapi Merkezi'nde hizmet veren doktor Zeynep Meriç ozon terapinin faydaları, zararları ve ozon terapide dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.<br />
<br />
Ozon terapi nedir?<br />
<br />
Bağışıklık sisteminin işleyişini arttıran, vücudun hipoksi dediğimiz oksijensizliğe direncini yükselterek tüm hücrelerinin daha iyi oksijenlenmesini sağlayan, gerektiğinde antimikrobial olarak da kullanılabilen bir tedavi yöntemidir. Farklı uygulama yolları ile (kanın ozonlanması, kas içine aşı yapılması, sauna, bölgesel uygulamalar) farklı etkiler elde etmek mümkün.<br />
<br />
Turgut Özal'ın ve başka birçok ünlünün daha önce İsviçre'ye gidip yılda bir kez kanını yıkattığını biliyoruz. Ozon terapi bu "kan yıkatma" işlemi mi?<br />
<br />
Evet, Almanlar bu işleme kan yıkama diyorlar. Uzun yıllardır dünyada kullanılan bir tedavi şeklidir. Bizim ülkemizden de birçok ünlü siyasi ve sanatçı bu yöntemi uygulatmış ve hala uygulatmaktadır.<br />
<br />
OZON METABOLİZMAYI HIZLANDIRIYOR<br />
<br />
Ozon terapi estetik amaçlı kullanılan bir uygulama mı yoksa tedavi amaçlı da kullanılıyor mu?<br />
<br />
Hem estetik amaçlı hem de tedavi amaçlı uygulama alanları mevcut. Ozon terapi metabolizmayı hızlandırıyor. Kilo vermek isteyenler için mükemmel bir yardımcı mesela. Ayrıca bölgesel kilolar ve selülit için sorunlu bölgelere de ozon uygulanabilmekte (ozonlipoliz) ve bu bölgelerde gözle görülür incelme sağlanmakta.<br />
Bunların yanında birçok hastalıkda tedaviye yardımcı olarak da oldukça büyük yeri var ozonun.<br />
<br />
Kas- eklem hastalıkları, romatizmal hastalıklar, şeker hastalığı ve özellikle şeker hastalarında oluşan iyileşmeyen yaralar, kanser hastaları, bazı göz hastalıkları, kanser, bakteri, virüs ve mantar kaynaklı hastalıklar, çeşitli cilt hastalıkları, bağırsak hastalıkları ve nörolojik hastalıklarda kullanılmaktadır.<br />
<br />
İYİLEŞMEYEN YARALAR KAPANIYOR<br />
<br />
Şeker hastalarının yaralarının zor iyileştiği hatta uzuv kaybına neden olduğunu biliyoruz. Ozon bu yaralarda tedavi edici oluyor mu?<br />
Ben yara konusunda ayrıca eğitim aldığım ve bu konuya ilgili olduğumdan bu tarz hastalarım çok. Özellikle uzun süredir iyileşmeyen yaraları olan hastalarda çok başarılı sonuçlar alıyorum. Bahsettiğim şeker hastalarınında özellikle ayaklarda oluşmuş, dolaşım bozukluğuna bağlı oluşmuş yıllarca türlü yöntemler kullandığı halde iyileşmemiş yaraları ozonla en fazla 2-3 ayda kapatabilmekteyiz. Bu hastalara tavsiyem amputasyon dediğimiz uzvun alınması ya da başka türlü cerrahi olarak yara operasyonlarından önce bir kez ozonterapiyi denemeleri. Ameliyatsız acısız yaralarının iyileştiğini görecekler.<br />
<br />
Hangi uygulamalarda kaç seans ozon gerekli?<br />
<br />
Öncelikle uygulayıcının doktor olması seans sayısı ve ozon dozunun ayarlanmasında önemli. Bu nedenle eğitimli doktorlar tarafından bu tedavinin verilmesi şart. Hastanın durumuna göre en az 8 en çok 20 seansa çıkılabilir. Herhangi bir şikayeti yoksa kişinin , sadece detoks için ozonterapi yaptıracaksa veya ciddi olmayan rahatsızlıklarda 8-10 seans major ozonterapi yeterli olacaktır. Ancak nadir durumlarda çok daha ciddi bir problem varsa örneğin çok büyük bir yara, kanser, göz damarlarında tıkanıklık, seans sayısını 15-20 ye bile çıkabiliriz. Bölgesel zayıflama ve selülit için ozonlipolizde ise haftada 1 olmak üzere 8 seans genellikle yeterli olmaktadır.<br />
<br />
OKSİJENSİZLİK KANSER NEDENİ<br />
<br />
Kanser hastaları için ozon önemli bir fayda sağlıyor, onlar için umuttur diyebilir miyiz?<br />
<br />
İki Nobel sahibi bilim adamı Dr. Otto Warburg, kendisine Nobel ödülü kazandıran bilimsel çalışmasından elde ettiği sonuçları açıkladığında, kanserin temel nedeni olarak oksijensiz yaşamı göstermiştir. Dr. Warburg’a göre, vücuttaki onkojenler stres, kirlilik, radyasyon yanında oksijensizlik gibi faktörlerle de birleşerek kanseri başlatabiliyor. Hücresel oksijen yetersizliği, kansere yol açtığı düşünülen önemli bir faktör. Dr. Warburg, o zaman şöyle bir ifade kullanmış: “Kanserin tek ve nihai nedeni oksijensiz yaşamdır.Yani ‘anaerobiosis’ tir. Normal hücreler oksijene gereksinme duyarlar, oysa kanser hücreleri oksijensiz yaşayabilir.’’<br />
<br />
Dolayısı ile ozonterapinin sağladığı vücuttaki oksijenizasyon ve bağışıklık sisteminin güçlenmesi; hem kanser oluşumunu hem de varolmuş bir kanser odağının yayılmasını engellemektedir. Kanser hastalarının standart tedavilerini aksatmadan ek olarak ozonterapi almaları vücudun kanserle savaşına yardımcı olmaktadır.<br />
<br />
Ozon tedavisinin yanı sıra ozonlanmış ürünler de faydalı. Bunlardan birazcık bahseder misiniz?<br />
<br />
Ozonlanmış su ve yağları tedavilerimize yardımcı olarak kullanmaktayız. Suda ozonun yarıömrü kısadır ve üretildiği anda kısa bir süre içinde kullanılması gerekmektedir. Genellikle biz doktorların tercih ettiği zeytinyağıdır. Uzun zaman aralıkları ile yağ ozonlanarak elde edilir. Soğutlulduğunda ozonu yıllarca içinde tutabillir.<br />
<br />
Ozon terapinin yan etkileri var mı?<br />
<br />
Yan etki ihtimali 1 milyonda 7. Diğer tedavi yöntemleriyle karşılaştırıldığında çok düşük bir orandır. Bu da eğitimli kişilerce uygulandığı takdirde kontrol altına alınabilir bir etkidir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-25591620710901372342011-01-16T21:12:00.001+02:002011-01-19T02:59:49.575+02:00Karaciğer Sağlığı , Karaciğer Sağlığını Koruma Yolları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUYOE0Hvhbwt4G0-_UXkjOv7qy03eK2HcqcoAHHkI_SElMztm_XPUrrhWi1_JhNv97DVIsF25JG4WnesMoyM5l0oHO_V1VAZKblZ7YxTvgIplpO1Paq-oi9eIloJP3CJyaLhRivrCizw/s1600/karaci%25C4%259Fer.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUYOE0Hvhbwt4G0-_UXkjOv7qy03eK2HcqcoAHHkI_SElMztm_XPUrrhWi1_JhNv97DVIsF25JG4WnesMoyM5l0oHO_V1VAZKblZ7YxTvgIplpO1Paq-oi9eIloJP3CJyaLhRivrCizw/s1600/karaci%25C4%259Fer.jpg" /></a></div>Yıllarca çok fazla alkol tüketmek karaciğer hastalığına neden olan en önemli sebeptir. Fazla alkol karaciğerin yağlanmasına neden olur. Karaciğerin etrafındaki yağ tabakası iltihaplanırsa alkolik hepatit denilen ve geri döndürülmesi çok zor olan ciddi bir sorun oluşur.<br />
<br />
Karaciğer son derece dayanıklı bir organdır. %80-90 hücresini kaybetse bile fonksiyonlarını sürdürebilir. Ameliyatla büyük bir kısmı alınmış bile olsa birkaç hafta içinde kendisini yenileyebilir. Ama tamamen de bozulmaz denilemez. Alkol ve uyuşturucu maddeler, hepatit B ve C gibi virüsler karaciğerde kalıcı hasar bırakabilir. Özellikle siroz hastalığı karaciğer nakli olmadan iyileşmesi çok kolay olmayan bir hastalıktır, karaciğer kendini yenileyemez ve fonksiyonlarını kaybeder. Günümüzde erken teşhis edildiği takdirde tedavisi mümkündür ancak çoğu durumda karaciğer nakli şarttır. <br />
<br />
Tüketilen bütün yiyecek ve içecekler, nefes alırken içeri çekilen hava hatta cilt tarafından emilen her türlü madde sonunda karaciğere ulaşır. Karaciğer 300 milyon hücresiyle metabolizmayı çalıştırır ve yiyecekler sindirilir. Vücut için gerekli olan vitamin ve mineraller kan dolaşımıyla vücuda yayılır, zararlı maddelerse ayrıştırılarak vücuttan atılır.<br />
Yiyecekleri ayrıştırmak karaciğerin önemli bir görevi olsa da başka önemli fonksiyonları da vardır. Karaciğer aynı zamanda glukoz deposudur ve vücut enerjiye ihtiyaç duyduğunda buradan elde eder. Ayrıca vücudun ihtiyaç duyduğu çeşitli kimyasalları da üretir.<br />
<br />
Karaciğer nasıl korunur?<br />
<br />
Yıllarca çok fazla alkol tüketmek karaciğer hastalığına neden olan en önemli sebeptir. Fazla alkol karaciğerin yağlanmasına neden olur. Karaciğerin etrafındaki yağ tabakası iltihaplanırsa alkolik hepatit denilen ve geri döndürülmesi çok zor olan ciddi bir sorun oluşur ve bu hepatitin siroza dönme ihtimali yüksektir. Karaciğerinizi korumak için;<br />
• Alkol aşırıya kaçmadan tüketin. Uzun yıllar boyunca kadınlar günde 1 bardaktan erkeklerse günde 2 bardaktan çok alkol tüketirse siroza yakalanma riskleri oldukça artıyor. Yasal olmayan uyuşturucular özellikle de kokain karaciğer hastalıklarına neden olur.<br />
• Alkolle birlikte ilaç asla almayın. İlaçların alkolle alınması durumunda ilaçlar toksik özellik göstererek karaciğeri zehirler.<br />
• Hepatit B aşısı olun. <br />
• İlaç kullanımınızı sınırlayın. Doktor tarafından verildiği şekilde ve dozda ilaç alın. Gerekmedikçe ilaç kullanmayın. <br />
• Bitkisel karışımlara karşı dikkatli olun. Özellikle içeriğinde kava, karakafes otu, chaparral, yarpuz, gibi bitkiler bulunan karışımlar zehirli olabilir. Ayrıca yüksek dozda A, D, E ve K vitamini de tüketilmemelidir.<br />
• Diğer insanların kanından ve vücut sıvılarından uzak durulmalıdır. Hepatit virüsleri daha önce kullanılmış iğneyle, damar içi şırıngalarla da bulaşabilir. Ayrıca başkası tarafından kullanılmış traş bıçaklarını ve diş fırçalarını kullanmak ve korunmadan cinsel ilişkiye girmek virüslerin bulaşmasına neden olur.<br />
• Böcek ilaçları kullanılırken dikkatli olunmalıdır. Böcek öldürücü spreyler kullanılmadan önce oda havalandırılmalıdır ya da maske takılmalıdır. <br />
• Cildinize temas eden şeylere dikkat edin. Özellikle kimyasal maddelerle çalışan kişiler bu maddelerin vücutlarıyla temasından kaçınmalıdır. <br />
• Çok yağlı yiyecekler tüketilmemelidir. Karaciğer bir insanın ihtiyaç duyduğu miktarda kolesterolü üretir. Dengeli beslenmek karaciğerin sağlıklı şekilde çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca düzenli egzersiz yapmak da karaciğer sağlığı için faydalıdır.<br />
• Sağlıklı kiloda kalın. Alkol tüketmeyen kişilerde bile karaciğerin yağlı olması siroza ve hepatite neden olabilir. <br />
• Karaciğer rahatsızlığı yaşadığınızdan şüpheleniyorsanız vakit kaybetmeden doktora görünün. Gözlerde ya da ciltte sararma, karın ağrısı ve mide yanması, geçmeyen kaşıntı, idrarda koyuluk, kronik yorgunluk, mide bulantısı gibi şikayetleriniz varsa mutlaka karaciğerinizi kontrol ettirmelisiniz.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-66751733940371398362011-01-15T00:14:00.002+02:002011-01-19T03:01:13.891+02:00Ayak ağrıları nedenleri ve çözümleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgJKtRXiXMK7qTMd2p-Q4T0L7F9M7AvtLZ6DQA-BzeaiCwkpNmDTpCN_ADXkaisNSZge9sRo2ELno-bE6QvGddv66g1_G3ND7IGO3QytWvzbBD9gY0KGqL4GjeU7kybhEC-RoO_-k4Vw/s1600/bakimliol_ayak.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgJKtRXiXMK7qTMd2p-Q4T0L7F9M7AvtLZ6DQA-BzeaiCwkpNmDTpCN_ADXkaisNSZge9sRo2ELno-bE6QvGddv66g1_G3ND7IGO3QytWvzbBD9gY0KGqL4GjeU7kybhEC-RoO_-k4Vw/s320/bakimliol_ayak.jpg" width="320" /></a></div>Ayak ve ayak bileği bütün vücut yükünü taşıdığı için hemen her spor dalında zedelenebilir. Yürüme, atlama, koşma sırasında eklemler ve bağlar etkilenir. Mesela koşarken ayak yere tam bastığı sırada ayakta yoğunlaşan kuvvet vücut ağırlığının 2-3 katıdır. Bu büyük kuvvet dokular, ayakkabı ve zemin arasında dağılır. Bir koşucunun saatte 5000’den fazla adım attığını düşünürsek doğru bir koşu tekniğinden hafif bir sapmanın bile ayakta aşırı yüklenme yapabileceğini görebiliriz.<br />
<br />
Ayakta oluşan zedelenmelerde ayağın anatomik özelliği, vücut ağırlığı, ayakkabılar, spor yapılan zemin, antrenman şekli ve tekniğine bağlı faktörler etkilidir.<br />
<br />
ANATOMİK FAKTÖRLER<br />
Ayak yapısında ufak bozukluklar bile uzun sürekli veya tekrarlanan yüklenmelere neden olur. Düztabanlık (Pes planus) veya pence ayak (Pes cavus) gibi durumlarda ayak ağrıları sık görülür.<br />
<br />
ANTRENMANLAR<br />
Antrenman hataları ayak yaralanmalarının başta gelen nedenlerindendir. Çok fazla antrenman yapmak, engebeli yerlerde koşmak veya koşu sırasında zemin değişmesi en çok rastlanan antrenman hatalarındandır.<br />
<br />
ZEMİN<br />
Spor sırasında ayak yerle temas ederken bir şok dalgası oluşur. Ayağın yerden destek aldığı bu süre sprinterlerde 0.11 saniye, orta mesafe koşucularında 0.14 saniye, yüksek atlayanlarda 0.21 saniye kadardır. Bu çok kısa zaman süresinde oluşan şok dalgasından sonar kompresyon dalgaları meydana gelir. Bu dalgaların zemin, ayakkabı ve ayak dokuları arasında dağılması gerekir. Eğer zemin sertse ayağın korunabilmesi için ayakkabılara çok iş düşer. Ama çok yumuşak zeminde de şok dalgasının gücünü engelleyeceği için başka problemler ortaya çıkar. Mesela yumuşak kuma topuk batacağı için ayak yerden kalkarken kayma olur bu da Aşil tendonunda zorlanmaya neden olur. Islak, buzlu ve kaygan yüzeylerin herbiri ayak, ayak bileği, diz ve tüm bacak kas ve bağlarında hasara yol açabilir. Yokuş yukarı koşmak baldır kasları ve Aşil tendonu kısa sporcular için zorlayıcıdır. Yokuş aşağı koşmalar ise diz eklemini zorlar ve aşırı yüklenmelere neden olur.<br />
<br />
AYAKKABILAR<br />
Hemen bütün spor dallarında en önemli gereç ayakkabılar. Ayakkabılar ayağa gelen yükü vücudu koruyacak biçimde dağıtmalıdır. Spor yapılan zeminin sertliğine göre ayakkabı tabanları seçilmelidir. Mesela sert zeminlerde ayakkabıların şok-emen özellikte olması gerekir. Ayakkabı ve zemin ilişkisi sporcunun yaralanması açısından da son derece önemlidir. Yaralanma riski yüksek olan sporlarda ayakkabıların stabilize edici kalitede olması gerekir.<br />
<br />
VÜCUT AĞIRLIĞI<br />
Aşırı kilolar ayak dokuları üzerine daha fazla yük getirerek daha çabuk yorulmalarına neden olur. Bu şekilde aşırı kullanım yaralanmaları ortaya çıkabilir. Aşırı kullanmaya bağlı yaralanmalar bir yapıdaki dokunun mikroskopik yırtılması ve gözle belirlenemeyecek yaralanmalarına yol açacak tekrarlayan normal veya normal dışı hareketlerinden olur.<br />
<br />
KAS KISALIK TESTİ<br />
Kaslarda kısalma, özellikle kötü postürleri (duruş bozukluğu) olanlarda ve germe egzersizleri yapmayanlarda görülür. Kas kısalıklarının postür bozukluğuna mı yoksa alışkanlık pozisyonuna mı bağlı olduğunu ayırd etmek zordur. Özellikle uzun süreli oturarak çalışanlarda kısalıklar daha çok görülmektedir. Burada basit bir test ile kaslarınızın durumuna bakabilirsiniz.<br />
<br />
PEKTORAL KASLAR<br />
Yere sırtüstü yatınız. Elinizi ensede birleştiriniz. Dizlerinizi çok hafif bükerek belinizi mümkün olduğu kadar düzleştiriniz. Eğer göğüs kaslarınızda kısalık yoksa dirsekleriniz yere değmelidir.<br />
<br />
KALÇA FLEKSÖRLERİ (Uyluğu öne getiren kaslar)<br />
Sırtüstü yerde yatarken bir bacağınız düz yerde dursun, diğer dizinizi göğsünüze doğru çekiniz. Eğer kalça fleksör kaslarınızda kısalık yoksa yerde düz duran bacak yerden kalkmaz. Eğer kısalık varsa bacağın yerle teması kesilir, bacak yukarı doğru kalkar.<br />
<br />
HAMSTRİNGLER (Arka uyluk kasları)<br />
Sırtüstü yerde yatarken kolları yana açın dirsekleri 90 dereceye getirin. (Ters T). Bir bacağınız düz yerde dururken diğerini düz olarak (diz bükülmeden) yukarı başınıza doğru kaldırınız. Gençlerde 90 derece normal iken yaşlı bireylerde 70 derece normal kabul edilir.<br />
<br />
GASTROCNEMİUS VE SOLEUS (Alt bacak arka kasları)<br />
Yerde, bacaklar düz oturunuz. Hafif arkaya ellerinizle yaslanarak bacak kaslarınızı gevşetiniz. Dizler hiç bükülmeden ayak bileğinizi 90 dereceye çekebilmeniz gerekir.<br />
Bu testte yapamadığınız hareketler varsa, hareketlerde aşırı zorlanma ve ağrı oluyorsa kas kısalığı probleminiz olabilir, bir uzmana danışınız.<br />
<br />
Yük taşıyan ayak, tüm yapılarının birbiri ile bağlantılı olduğu karmaşık bir yapıdadır. Ayak ağrılarının çoğu yumuşak doku kaynaklıdır. Bu yumuşak dokular kaslar, bağlar, tendonlar, sinirler, eklem zarları ve kan damarlarıdır.<br />
<br />
AYAK ZORLANMALARI (Strain)<br />
Ayak ve ayakbileği ağrılarının en açık nedenlerinden biri travma (darbe) veya az fakat devamlı stesle zorlanmadır. Ayak zorlanmaları : 1. Akut (ani) 2. Kronik (süregen) olabilir. Akut ayak zorlanmalarında uzun süreli hareketsizlik sonrasında birden fazla egzersiz yapma ile ağrı ortaya çıkar. Uzun süredir sakin bir yaşam sürerken bir hafta sonu koşu yapan hafta sonu atletlerinde ayakta zorlanma olur.<br />
<br />
Kronik zorlanmalarda ise sürekli tekrarlayan stesler veya ayakta yapı bozukluğu varsa normal streslerle bile uzun sürede zorlanma başlar. Başlangıçta ayak normal olsa da zamanla yapısal bozukluklara neden olur. Yapısal bozukluklar arttıkça da zorlanmalar artar.<br />
Ayak eklem ve bağlarını istirahate almak için yapışkan bandajlama, ayakkabılarda eklemeler ve değişiklikler, özel destekler kullanılabilir. Ağrıların kaynaklandığı anatomik yapılar kesin biliniyorsa skedoid ve/veya lokal anestezik enjeksiyonları yapılabilir.<br />
<br />
DÜZ TABANLIK (Pes Planus)<br />
Ayak bireyden bireye farklılıklar gösterir. Bazı kişilerde ayakta bulunan uzunlamasına kemer basık olabilir ama ayak yine de fonksiyoneldir. Eğer ayak sert zeminlerde hatalı zorlanırsa, aşırı vücut ağırlığı veya uzun süre ayakta kalmak gibi nedenler varsa bu kemer daha çökebilir ve düztabanlık ortaya çıkar. Bunu basit bir ıslaklık testi ile açığa çıkarabilirsiniz.<br />
<br />
Düz Tabanlık için Islaklık Testi: Ayak suya daldırılır. Kuru bir zemin üzerinde tam vücut ağırlığı ile basılır, ayağın izi alınır. Bu ayak izi tabandaki yük dağılımını açıkça gösterir. Ayak normalse iç taraftaki uzunlamasına kemer iz bırakmaz. Aşırı düşüklük varsa ayak tabanı tümüyle gözükür.<br />
<br />
PENÇE AYAK (Pes cavus)<br />
Düz tabanlığın tam tersidir. Ayak uzunlamasına kemeri yükselmiştir. Çoğu zaman doğuştandır. Ayak kasları, baldır kasları serttir. Ağırlık taşıyan yüzey küçülmüştür.<br />
<br />
NASIRLAR<br />
Deri basınç karşısında tepki olarak kalınlaşır ve sertleşir. Nasır denilen bu oluşumlar dar ayakkabı basınçları ile oluşur. Nasırlar çeşitli yerlerde oluşabilirse de en çok 5. parmakların üst yüzeylerinde, topukta bükülmüş parmakların en üst yüzeylerinde, ayak tabanında 2. parmak başlangıç yerinde, başparmak dış yanındaki aşırı çıkıntı (hallux valgus) üzerinde görülür. Ayakta sürekli basınç yapan her yerde olabilen sert nasırlardan başka parmaklar arasında da nasır olabilir. Bir parmaktaki sert çıkıntılar diğer parmağın yumuşak dokuları üzerinde basınç yapması ile oluşurlar. Parmaklar arasındaki neme bağlı yumuşak olsalar da ağrılı olabilirler.<br />
<br />
TIRNAK BATMASI<br />
Ayak parmaklarında tırnak batması oldukça sık görülür. Genellikle ayağa iyi uymayan, tırnağı bastıran ayakkabılara bağlı gelişir. En çok başparmak tırnağının iç veya dış kenarının deriye doğru batması vardır. Tırnağın ön köşeleri yumuşak parmak dokularına batınca enfeksiyon ve şişmeye neden olur. Tırnak batması çok ağrı yapabilir.<br />
<br />
YÜRÜYÜŞ KIRIKLARI (march fracture)<br />
Her bakımdan sağlıklı ve kemikleri normal olan kişilerde bir darbe olmadan uzun süreli stres sonrası kırıklar olabilir. Bu tip kırıklar ayağın uzun süre ve tekrarlayan zorlanmaya maruz kalması ile olur. Sporcularda bu tip stres kırıkları daha çok alt bacak ve ayak kemiklerinde görülür. Yürüyüşler sonrası askerlerde ayak kemiği kırıkları görüldüğü için yürüyüş kırıkları denmiştir. En çok ikinci ve üçüncü ayak tarak kemiğinde görülür. Bu tip kırıkta kırılan parça yerindedir ve ince bir kısım kırılmıştır. İlk çekilen röntgen filminde belirti görülmeyebilir. Daha sonra kırık etrafında tamir dokusu (kal) oluşmaya başlayınca filmde fark edilebilir<br />
<br />
Ayakta kısalık<br />
<br />
2 yaşında geçirdiğim felç sonucu sağ bacağımda kısalık oluştu. Şu anda 22 yaşındayım. Sağ bacağım aynı zamanda incelmiş. Bu kısalık ve incelik için ne yapabilirim?”<br />
Geçirmiş olduğunuz çocuk felci sebebi ile sağ ayağınızın kullanılamaması yüzünden adaleler incelmiş. Adaleler çalışmadığı zaman erir. Gene felç sebebi ile eklemdeki bozukluk bacağı kısaltmış. Hastalığın başlangıcında fizik tedavi ve adale güçlendirici hareketler bu kısalık ve incelik asgariye indirilebilirdi. Siz kısa olan ayağınıza hafif ve yüksek tabanlıklı bir ayakkabı giyerek dengenizi sağlamaya çalışın. Sağlam ayağı kesip kısalttırmak olmaz. Bacağınızdaki inceliği gidermek için de bol bol yürüyüş yapmak, ayakla ağırlık çalışmak faydalı olur. Fizik tedavi bölümünden yardım istiyebilirsiniz. Adaleler çalışma ile kalınlaşınca bacaktaki incelik azalır.<br />
<br />
Ayakta ağrı<br />
<br />
6 ay önce çok süratli giderken bisikletten düştüm. İlk bir hafta sol ayağımın üzerine basamadım. Röntgende bir şey çıkmadı. Çekilen MR grafisinde ise sol ayak kıkırdağında çatlak olduğu tespit edildi. Fazla yürüdüğüm zaman ağrı yapıyor ve dinlenmedikçe geçmiyor. Benim bu şikayetlerden kurtulmam mümkün mü?<br />
Düşme sonucu kemiklerde kırık, çatlama, etraftaki yumuşak dokularda ezilmeler olabilir. Bunların hepsi de yürümede zorluk ve ağrı yapabilir. Yumuşak doku travmaları genellikle kısa bir süre içinde düzelir ve ağrılar kaybolur. Çatlamalarda ise üzerine fazla yük bindirilmezse 1-2 ay içinde kaynama başlar ve şikayetler giderek azalır, 6-8 ay içinde tamamen geçer. Eğer kemikte kırık var ise ya alçıya alınır ya da ameliyat ile kırık uçları düzeltilir. Bunda da 4-6 hafta içinde kaynama başlar ve ağrılar giderek azalır. Çekilen normal filmde bir şey bulunmaması kırık olmadığını göstermektedir. Kırıklar normal filmlerde mutlaka görünür. MR filminde sol ayak kıkırdağında çatlak var diyorsunuz. Eğer çatlak geniş ise ameliyat ile düzeltmek lazım, aksi halde kaynama olmaz veya uzun sürer. Eğer fazla ayrık değilse şimdiye kadar kaynaması lazımdı. Bu ağrılarınız ayak bağlarının zedelenmesinden veya yırtılmasından olabilir. Yeniden bir sol ayak MR filmi çektirin, kıkırdaktaki çatlak dediğiniz şeyin ne olduğuna baktırın. Eğer tamamen düzelmiş ise, bağları incelemek gerekirse fizik tedavi yaptırmak iyi olur. Size tavsiyemiz bir üniversite hastanesinin ortopedi ve travmatoloji bölümüne gitmeniz, gerekli tahlilleri yaptırmanız, filmleri çektirmenizdir. Oradan verilecek egzersizleri yaparak şikayetlerinizden kurtulmaya çalışmanızdır.<br />
<br />
Ayaklardaki refleks bölgelerine masaj yapmak kan dolaşımını yükseltir, sinir sistemindeki gerilimi rahatlatır. Ayaktaki reflekslere masaj yapmak vücuttaki potansiyel tedavi edici güçleri uyarır. Refleksoloji aynı zamanda teşhis konusunda da olağanüstü faydalıdır. Refleksoloji, hastalıkları iyileştirmede, tüm vücut sağlığını korumada doğal ve ilaçsız bir yöntemdir.<br />
<br />
Ayaklarınıza iyi bakın<br />
<br />
Refleksolojinin felsefesi, ayaklarınızın vücudunuzun aynası olduğunu söyler. Ayaklarınızı birleştirip üzerine vücudun bir taslağını yerleştirerek, ayak parmaklarının başa denk geldiğini görebilirsiniz. Parmakların ayak ile birleştiği yer omuz çizgisidir. Alt kısmı çiğerlerdir. Ayaklardan aşağı inildikçe belirlenmiş bölgeler vücudun diğer bölümlerine ve organlarına tekabül eder.<br />
<br />
Her ayakta 7.000’ün üzerinde sinir ucu, 26 kemik, 107 bağ ve 19 kas bulunur.<br />
<br />
Refleksoloji aynı zamanda vücudun artıklarını atmasına ve vücut fonksiyonlarının daha sağlıklı çalışmasına yardımcı olur. Muayene ve işlem sonrasında artıkların atılması için fazladan su içilmesi tavsiye edilir.<br />
<br />
Ayaklarda şişmeye bitkisel tedavi<br />
Ayak şişmesi, uzun süre ayakta durma, dolaşım sisteminin yetersiz olması; gebelik, uzun süre hareketsiz kalmak veya incinme, burkulma sonucu ortaya çıkar.<br />
Tedavi için, önce sebebi tesbit etmek gerekir. Sebep, dokularda su toplanmış olması ise, aşağıdaki reçete uygulanır:<br />
<br />
- 6 su bardağı suya; 1 tatlı kaşığı atkuyruğu, 1 tatlı kaşığı biberiye, 1 tatlı kaşığı ardıç yemişi, 1 tatlı kaşığı yavşanotu ve 1 tatlı kaşığı yaban mürveri konur. Kaynatılır, ince ve temiz bir tülbentten süzülür. Günde 3 kere, birer çay bardağı içilir.<br />
Ayaklar, yorgunluktan şişmişse, aşağıdaki reçeteler uygulanır.<br />
<br />
- 8 su bardağı suya; 1 avuç ufalanmış kuru mürver yaprağı ve 1 tatlı kaşığı sofra tuzu konur. 5 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Ayaklar, içine sokulup, su ılıyıncaya kadar ovulur.<br />
<br />
- 8 bardak kaynak suya; 1 avuç ufalanmış pelin konur. 15 dakika bekletildikten sonra süzülür. Ayaklar, suyun içine sokulup, 15 dakika bekletilir.<br />
AYRICA; Kaval kemiğinin arka kısmını, yukarıdan aşağı doğru ovmak da çok faydalıdır.<br />
<br />
Şişen ayaklar için şişen ayakkabı<br />
<br />
Ayaklar gün içinde şişiyor, büyüyor. İşte bunu gözönünde bulunduran Amerikan Bcam firması, ayakla birlikte büyüyüp, esneyen bir ayakkabı geliştirdi. Tüm bunlar ise, ayakkabının içinde bulunan bir sensor, pil, pnömatik sübop ve mikroçip sayesinde oluyor. Sensor, ayaklardaki şişmeyi saptadıktan sonra ayakkabıyı ayağa uydurmak için şişiriyor.<br />
<br />
Ayaktan tedavi<br />
<br />
Başağrınızı geçirmek için ayaklarınıza masaj yapmanızı söyleyenler olmuştur. Refleksoloji adı verilen bilim dalı, ayaklarla vücudun diğer kısımları arasındaki bağlantıyı esas alıyor. Haftada on beş dakika ayaklara masaj yapmanın stresi azaltabileceğini unutmayın.<br />
<br />
1- Tiroid bezi Baş parmağın hemen altındaki şişkin kısma masaj yapmak, metabolizmayı hızlandırır, enerjinizi artırır ve sindirimi kolaylaştırır.<br />
<br />
2- Belkemiği Baş parmaktan topuğa doğru ayağın iç kısımlarına yapılacak baskı, sırt ağrılarını azaltabilir, hatta geçirebilir.<br />
<br />
3- Omuzlar Küçük parmağın altındaki bölgede yer alan refleks noktasına masaj yapmak, stresi azaltır.<br />
<br />
Bütün bir kış kapalı kalan ayaklar, sandaletlerle yaz aylarında günlerinde rahatlıyorlar, ama bu kez de başka sorunlar çıkıyor. Örneğin parmaklar arasında kaşıntı yapan su dolu kabarcıklar, son derece rahatsız ediyor. Yalın ayak dolaşmak, ayakların mikrop kapmalarına neden oluyor. Bu durumda, mantarlara karşı kullanılan merhem, losyon ve tozlardan yararlanabilirsiniz. Ayakları yıkadıktan sonra iyice kurulamaya dikkat etmelisiniz<br />
<br />
Ayrıca sıcak günlerde açık sandal ayakkabı giymek ayakları rahatlatır. Eğer kapalı ayakkabı giyecekseniz, mutlaka gerçek deri ayakkabı kullanmalısınız. Yürüyüş yapacaksanız, pamuklu soket çorap giyin.<br />
<br />
Ayak baş parmağının öbür parmaklara doğru yönelmesi, parmak ile ayak arasındaki eklemi zedeler, o bölgede kızarma görülür. Bir süre sonra eklemin üzerinde şişlik meydana gelir ve acı çekmeye başlarsınız.<br />
<br />
Uzun yıllar ayaklara tam uymayan ayakkabılar giymek problem yaratır. Özellikle de sivri burunlu ayakkabılar. Şişliklerin üzerini bantla kapatmak ya da ayak üzerine küçük sünger parçası koymak acıyı hafifletir. Buz torbası koyun.<br />
<br />
Nasırlar için<br />
<br />
Topuklarınızın altında biriken kitle sizi rahatsız eder. Parmaklar üzerinde beliren nasırlar ise daha çok canınızın acımasına neden olur. Nasırlı ayaklarla yürümeye çalışmak, başka ayak problemlerinin ortaya çıkmasına neden olur. Nasırların nedeni, dar ve küçük ayakkabı giymektir. Ayaklarınızı sıcak suya sokup nasırların yumuşamasnı bekleyin ve sonra da topuklarınızdaki nasırı pomza taşıyla temizleyin. Topuklarınız yumuşatıcı krem sürün.<br />
<br />
Ayak ağrıları<br />
<br />
Çoğunlukla yorgunluk, eklem bağlarının zorlanması veya fazla kilo almak gibi sebeplerden kaynaklanan ayak ağrıları, bazen başka türlü rahatsızlıkların da habercisi olabilir. Önemli bir hastalıktan kaynaklanmayan ağrılarda, masaj ve dinlenme çok faydalı olur. Ayrıca aşağıdaki reçeteleri uygulamak, şikayetlerin kısa sürede geçmesine yardımcı olur.<br />
- Bir kahve fincanı zeytinyağı, bir kahve fincanı amonyak, 2 kahve fincanı ispirto, 4 çorba kaşığı toz haline getirilmiş kâfur ve bir kahve fincanı gazyağı konur. İyice karıştırılır. Elde edilen karışımla ağrıyan yerler ovulur. Üşütmemek için yünlü bir bez parçası ile sarılır.<br />
- Yarım kilo siyah turp, iyice yıkandıktan sonra kabuklarıyla birlikte rendelenir. Üzerine 3 fincan soğuk su ilave edilip hafif ateşte lapa haline gelinceye kadar pişirilir. Hazırlanan lapadan bir avuç alarak ağrıyan yere konur ve üzeri sarılır. Bir gece bekledikten sonra ılık su ile yıkanır.<br />
- Bir litre suya 2 avuç söğüt yaprağı koyup kaynatılır. Sonra kaynamış yapraklar ağrıyan yere konup bağlanır.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-77657981287761978882011-01-15T00:09:00.003+02:002011-01-19T03:02:16.572+02:00Bütün gün ayakta durma ile ilgili problemler ( fazla ayakta durmak )<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF_ujQNyyIJGWbfQRIMox_7DPyY3YaCrfKmxD3RgUWmanXUdhqPpgPEYG044eIer8wjgAVVCfJGn_9_QagzBSnltG_MMaJrVpijNG6fAmPACkQGWN6PPx5amhqvTgM90oEqAO_yhqZYQ/s1600/ayak_masaji.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjF_ujQNyyIJGWbfQRIMox_7DPyY3YaCrfKmxD3RgUWmanXUdhqPpgPEYG044eIer8wjgAVVCfJGn_9_QagzBSnltG_MMaJrVpijNG6fAmPACkQGWN6PPx5amhqvTgM90oEqAO_yhqZYQ/s320/ayak_masaji.jpg" width="320" /></a></div>Ayak ağrıları normal olan yorgunluk gibi sebeplerden kaynaklanabildiği gibi hastalıklara bağlı olarak da gelişebilir.<br />
<br />
Aşırı yürüyüş,<br />
Fazlaca aynı pozisyonda ayakta durmak,<br />
Dizleri fazlaca kırarak uzun süreler oturmak,<br />
Tırnak batması,<br />
Yanlış ayakkabı seçimi,<br />
Romatoit artrit,<br />
Düztabanlık,<br />
Aşırı zorlanmalar,<br />
Ayak bağlarında meydana gelen deformasyonlar,<br />
Ayak çıbanları,<br />
Ayakta meydana gelen iyileşmeyen yaralar,<br />
Topuk dikeni,<br />
Ayakta meydana gelen nasır gb yapılar,<br />
Ayak ağrılarına neden olacak faktörlerdir. Bu faktörlerden bazıları alınacak küçük önlemlerle kendiliğinde iyileşebildiği gibi bazıları da iyi bir tedavi sayesinde iyileşebilir. Ancak ayak ağrılarına neden olan bazı durumlar ise tedavisi mümkün olmamaktadır.<br />
<br />
Basit tedbirlerle ayak ağrılarının tedavisi;<br />
Aşırı yürüyüş, Fazlaca aynı pozisyonda ayakta durmak, Dizleri fazlaca kırarak uzun süreler oturmak, Yanlış ayakkabı seçimi gibi ayak ağrılarına neden olan faktörlerin yan etkileri alınacak tedbirlerle azaltılacağı gibi tamamen de yok edilebilmektedir.<br />
Uzun süreli yürüyüşlerde yürüyüş temposunun değiştirilmesi ayak ağrılarına karşı alınabilecek iyi bir önlemdir. Çünkü yürüyüş temposu değiştiğinde yürüyüşe katılan kaslara binene yük de değişecektir.<br />
Fazlaca aynı pozisyonda ayakta durmak çeşitli meslek guruplarında karşılaşılabilen bir durumdur. Bu meslek guruplarının daha bol ayakkabı giyerek ve ara sıra ağırlığı bir ayaktan diğerine kaydırarak ayak ağrılarını hafifletmesi mümkündür.<br />
Uzun yolculuk sırasında dizler kırılır ve bacağın altından koltuğun baldır kas ve damar guruplarına yaptığı basınç ayağın şişmesine ve ağrı yapmasına neden olur. Bu durumda ki kişilerin yolculuklara sandalet tarzı ayakkabılarla çıkması daha uygundur. Ara sıra kalkıp pozisyon değiştirmek veya molalarda kısa yürüyüşler yapmak oldukça faydalı olacaktır. Ayakkabıyla gidilmesi gereken bir yolculuksa yanında galoş taşımak ve bu galoşu ayakkabıyı çıkardıktan sonra ayağa giymekte faydalı bir davranış olacaktır.<br />
Tırnak batmasına neden olan faktör ayak tırnaklarının yanlış kesilmesidir. Ayak tırnaklarının düz kesilmesi gerektiğini unutmamalıyız.<br />
Yanlış ayakkabı seçimi veya kalitesiz ayakkabı kullanımı da ayak ağrılarına neden olan önemli bir durumdur. Şunu unutmamalıyız ki ayağı destekleyebilen kaliteli ayakkabılar sağlığımız açısından çok önemlidir.<br />
<br />
Doktor gözetiminde ayak ağrıları tedavisi:<br />
Romatoit artrit, ayak bileğinde oluşabilecek bir iltihaplanma türüdür. Ayak bileğinde ortaya çıkan morarmaların eşlik ettiği şişlik ve ağrılı durumlar eğer burkulma durumu yoksa romatoit artrit i işaret etmektedir. Doktor kontrolünde tedavi şarttır. Bazı durumlarda romatizmanın iltihapsız seyredebileceğini aklınızdan çıkarmayın. Çok uzun süreli devam eden ve sık sık tekrarlayan ani ayak ağrılarında vakit kaybetmeden doktorunuza başvurun.<br />
Burkulmalara bağlı olarak ayak tarak kemiklerinde meydana gelen kırıklar ve ayak kas ve liflerinde meydana gelen yırtılma ya da deformasyonlar ciddi ayak ağrılarına neden olabilmektedir. Hiç farkında olmadan ayak lif veya kaslarını zedelemiş olabilirsiniz hatta ayak kemiklerinizi kırmış da olabilirsiniz. Soğuk su uygulamasından sonra uzun süreli devam eden morarmalı ağrılarda mutlaka doktorunuza danışmalısınız.<br />
Ayak çıbanları kıl dönmelerine veya ayakkabı vuruğuna bağlı derin yaralara bağlı olarak gelişebilir. Normal çıbanlarda oluşabileceği unutulmamalıdır. Bu çıbanların iyi takip edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması yaşam kalitesinin düşememesi açısından çok önemlidir.<br />
Ayaklarda meydana gelen ve iyileşmeyen yaralar iki durumda oldukça tehlikelidir. Birinci durumda bu bir şeker hastalığı(diyabet) habercisi olmaktadır. 2. durumda ise bacaklarda damar tıkanıklığı habercisi olmasıdır. Her iki durumda da iyi bir doktor kontrolü ve iyi bir tedavi süreci gerekmektedir. Ayaklarda oluşan ve çok geç iyileşen veya iyileşmeyen yaraları mutlaka doktorunuza danışmalısınız.<br />
<br />
<br />
Topuk dikeni ayak kaslarımızdan bazılarının, tutunmuş olduğu bir kemik çıkıntısıdır. Bu kas kemik birleşme yerlerindeki yırtıklar veya zorlanmalar topuk dikenini oluşturur. Bazı durumlarda ayağa giden sinirlerin kaslar tarafından sıkıştırılmış olması da topuk dikeni benzeri ağrılara neden olabilir. Bu tür ağrıların ESWL cihazlarıyla tedavisi mümkün olmaktadır.<br />
Ayak nasırlarının en büyük nedeni mutlaka yanlış ayakkabı seçimi ve bir çeşit ayakkabının devamlı olarak giyilmesidir. Aslında doğru olan bir kaç çeşit ayakkabı alarak bunları 1 hafta içerisinde dönüşümlü olarak giymektir. Ayak nasırı tedavisi doktorlar tarafından küçük cerrahi müdahalelerle yapılabilmektedir.<br />
<br />
Tedavisi mümkün olmayan durumlar:<br />
Düztabanlık, ayak kaslarındaki doğuştan gelen şekil bozuklukları, kemik eğrilikleri gibi durumların tedavisi mümkün olmayabilmektedir. Bu durumlarda ayak ağrılarının ancak geçici bir süre rahatlatılması mümkündür. Dinlenmek en iyi rahatlatma yöntemidir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-65287139018682577932011-01-13T00:53:00.000+02:002011-01-13T00:53:27.228+02:00Cep Telefonundaki Radyasyona dikkatCep telefonunuzun ne kadar radyasyon yaydığını biliyor musunuz? Araştırmacılar, Bu radyasyonun beyin kanserini tetikleyip tetiklemediğini araştırıyor.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSydTkWDFXeHeDuez4E7nqttZKSB-fHehVhOewOz2T3yHuvtMiaLu_ve0Eot3qzh5B_oCY2gX-CS-zHr9_rbG4PX0kMeOntidJzqi4-AD8UxXQpoCMddmmH5QgdhvlYbi8-H5x_Q-DPA/s1600/beyin-tumoru.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="140" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSydTkWDFXeHeDuez4E7nqttZKSB-fHehVhOewOz2T3yHuvtMiaLu_ve0Eot3qzh5B_oCY2gX-CS-zHr9_rbG4PX0kMeOntidJzqi4-AD8UxXQpoCMddmmH5QgdhvlYbi8-H5x_Q-DPA/s200/beyin-tumoru.jpg" width="200" /></a></div><br />
Dünya genelinde araştırmacılar büyük bir titizlikle cep telefonları ile beyin kanseri arasında bir korelasyon olup olmadığını araştırıyor. Cep telefonlarımızdan yayılan radyasyonun beyin kanserini tetikleyebileceğini iddia eden bazı kuruluşlar, bu iddialarında haklılarsa dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu tehlike altında demektir. İşin peşini bırakmak istemeyen uzmanlar bu konudaki çalışmalarına hız vermiş durumdalar.<br />
<br />
Birkaç örnek vermek gerekirse, en düşük radyasyon yayma oranı 0.57 W/kg (kilogram başına watt) ile BlackBerry Storm’a ait. iPhone’un oranı ise 0.97 W/kg. En yüksek oranlardan bazıları ise 1.55 W/kg ile T-Mobile’ın myTouch adlı telefonunda ve 1.51 ile BlackBerry Bold’da bulunuyor. Bu değerler beyin kanserini tetikleyebilir mi, bunun cevabını verebilmek o kadar da kolay değil. Zira henüz tam anlamıyla tedavisi bulunamayan kanser hastalığı, son derece komplike bir hastalık. Dolayısıyla kişiden kişiye değişik değerlerde etkisi azalıp artabiliyor.<br />
<br />
Araştırmalar Sürüyor<br />
<br />
Beyin kanseri ile cep telefonlarından yayılan radyasyon arasında eğer bir korelasyon varsa da, bu son 10 yılda büyük bir oranda düştü. Zira teknolojinin artmasıyla birlikte radyasyon yayınımının hücre ile etkileşimi konusunda yapılan çalışmalar, cep telefonu sektöründe de ilgiyle takip ediliyor. Buna rağmen yüksek oranlarda cep telefonu kullanan bir toplumda kanser vakalarında artış gözlemlenmesi uzmanları düşündürüyor.<br />
<br />
Geçtiğimiz hafta içerisinde Amerikan Senatosu’nun emriyle başlayan yeni bir araştırma, işleri biraz değiştirebilir. Enviromental Working Group’un (Çevresel Çalışma Grubu, EWG) hazırladığı bir rapora göre harekete geçen Amerikan Senatosu üyeleri, araştırmaların sonucuna göre hareket edecek. Radyasyon yayınımı ve insan sağlığı üzerindeki etkisi konusunda en iyi ve en kötü telefonlar listeleri hazırlandı ve Senato’ya sunuldu. Bu konuyla sadece EWG değil, Finlandiye, İsveç, Danimarka, Norveç, İzlanda İsrail, Hindistan ve Avusturya’daki bazı şehirler ile birlikte Brezilya da ilgileniyor.<br />
<br />
Düşük Sinyal, Yüksek Risk<br />
<br />
Cep telefonları, iletişimi elektromanyetik dalgalar yayınlayarak yapar. Telefondan çıkan bu dalgalar, baz istasyonu aracılığıyla telekomünikasyon uydusuna giderek orada, gideceği koordinatları bekler ve akabinde o koordinatlara giderek bağlantı gerçekleşir. Elektromanyetik dalgaların enerjileri yüksektir. Bu da dalgaboylarının kısa olduğu anlamına geliyor. İletişim için kullanılan elektromanyetik dalganın dalgaboyu ne kadar kısaysa, enerjisi ve insan sağlığına etkisi de o kadar yüksektir. Özetle, düşük sinyal demek yüksek risk demektir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-44406631054726981742011-01-12T00:26:00.001+02:002011-01-12T11:17:38.329+02:00Okaliptüs Nedir ? Faydaları nelerdir ?Latince ismi : Eucalyptus globulus<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKW7qNZyMjQQrI6v0jvIb5z-td1iDM-ZiC1D6bt9EpCYNrRuCHOZFXgj6Yk2WhhhHvujjYNuewV62GXbn-x_OnYQ9yzWWmtKcmOLYd4yUkBGMPDdfiGMrB641Vmj1HdXrdQ2aNS8mtgw/s1600/okaliptus_o.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKW7qNZyMjQQrI6v0jvIb5z-td1iDM-ZiC1D6bt9EpCYNrRuCHOZFXgj6Yk2WhhhHvujjYNuewV62GXbn-x_OnYQ9yzWWmtKcmOLYd4yUkBGMPDdfiGMrB641Vmj1HdXrdQ2aNS8mtgw/s1600/okaliptus_o.jpg" /></a></div><br />
Okaliptüs, birçok türü bulunan geniş bir ağaç (nadiren çalı) cinsi.<br />
<br />
Türleri Avustralya'nın ağaç florasında egemendir. Çoğu Avustralya'ya özgü olan, 700'den fazla türü mevcuttur; bazı türler de Yeni Gine ve Endonezya'da bulunur. Kıtanın neredeyse tüm bölümlerinde bulunan okaliptüs, Avustralya'daki her türlü iklim koşuluna adapte olmuştur<br />
<br />
Anavatanım Avustralya’dır. Sıtma Ağacı olarak da bilinirim. Sürekli yeşil kokulu yapraklarım ve kokulu çiçeklerim vardır. Gövdem krem-gri, pembe ve açık yeşil karışımıdır. Güçlü tekli orta gövdem veya çok gövdeli çalı biçiminde türlerim de vardır. Boyum 40 metre’ye kadar uzayabilir. Yaprak boylarım 12 - 22 cm. kadar olup, gençlerde yapraklarımız küçük ve oval, yetişkinlerimizde ise uzun ve sivridir. İlkbahar aylarında türüme göre beyaz, sarı veya kırmızı çiçekler açarım. Kış aylarında - 6°C’ye kadar dayanabilirim. Odunumdan mobilya sanayiinde, kabuklarımdan, yapraklarımdan ve tohumlarımdan boya ve ilaç sanayiinde faydalanılır. Üretimim tohumla yapılır. Sulak toprakları sevdiğimden bataklık kurutma işlevimde vardır. Türlerim; Kırmızı Okaliptüs, Sarı Limon Okaliptüs, Mavi Okaliptüs. <br />
<br />
Okaliptüs: (Eucalyptusbaum / Heberbaum / Eucalyptus / Ökaliptüs / Sıtma ağacı)<br />
Haziran-temmuz ayları arasında, mor renkli çiçekler açan büyük ağaçlardır. Yaprak şekli bitkinin yaşına göre değişir. Gençlerde sapsız, oval, açık yeşil; yaşlılarda ise uzunca saplı, orak seklinde, derimsi ve koyu yeşildir. Çiçekler morumsu kırmızı renkte olup, her bir yaprağın koltuğunda birkaçı bir arada bulunur. Meyve küçük ve çok miktarda tohum taşıyan oval şekilli bir kapsüldür. Ana vatani Avustralya olan bu ağaç, halk arasında sıtma ve kinin ağacı olarak da tanınmaktadır.<br />
<br />
Anadolu’ya ilk defâ, Muğla vilayetinin Fethiye kazasında Dalaman’da bir çiftlik kuran Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından, süs ağacı olarak sokulmuştur. Diğer taraftan Mersin-Adana demiryolu uğrağındaki istasyonlarda 1886 yılında Fransızlar tarafından istasyon ağacı olarak kullanılmıştır. 1830’a doğru Avustralya’dan Italya’ya getirilen çeşitli cins ökaliptüslerin kış olması dolayısıyla çoğunluğu kuruduğundan bu ağacın yumuşak iklimde yaşamadığı kanaatine varildi. 1852’de Cezayir’de tekrar denendi. Daha sonra da Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’da denenerek sıcak mıntıkalarda yetişeceği anlaşılmıştır. 1893’te, Osmanlı Devleti idâresinde bulunan Suriye’de M.H. Morel, Beyrut’taki mâlikânesinde çok miktarda ökaliptüs yetiştirmiş ve bu mâlikânesine Lâtince olarak “Villâ Eucalypta (Ökaliptüs Köşkü) adını vermiştir. Çok miktarda ökaliptüs bugün Afrika, Avrupa, Asya sıcak iklimlerinde yetiştirilerek, iktisâdî, sihhî maksatlarla dünyanın her kıtasında üretilmekte ve gün geçtikçe de rağbet bulmaktadır. Ökaliptüs ağaçları, çok yüksek olan kâbiliyeti, fazla miktarda toprak suyunu alıp havaya vermesi sâyesinde bataklık yerlerin kurutulmasında insanlığa olan hizmetlerinin tanınmasını müteakip, yalnız Avustralya’da olan gelişme alanı kısa bir zamanda çok genişlemiştir. Bir ökaliptus ağacının yılda ortalama 250 ton suyu alıp havaya verdiği tecrübelerle anlaşılmıştır. 1938’den beri, yurdumuzun güney bataklıklarında da yetiştirilmesine büyük önem verildi ve kısa zamanda çok ümit verici neticeler alindi. Tarsus’un Karabucak bataklığının kurutulmasıyla bölgede, sıtma hastalığının yayılmasında önemli rol oynayan sivrisineğin nesli kesildi.<br />
<br />
Çesitleri: Yüzden fazla çeşidi olmakla birlikte, tanınmış ve önemli çesitlerinden bazıları şunlardır:<br />
1. Eucalyptus alpina<br />
2. Eucalyptus amplifolia<br />
3. Eucalyptus amgydalina<br />
4. Eucalyptus andreana<br />
5. Eucalyptus calophylla<br />
6. Eucalyptus citriodora<br />
7. Eucalyptus cocciféra<br />
8. Eucalyptus cordata<br />
9. Eucalyptus cornuta<br />
10. Eucalyptus cosmophylla<br />
11. Eucalyptus diversicolor (Collossea)<br />
12. Eucalyptus globulus<br />
13. Eucalyptus gomphocephala<br />
14. Eucalyptus leucoxilon<br />
15. Eucalyptus robusta<br />
16. Eucalyptus rostrata<br />
17. Eucalyptus viminali<br />
18. Eucalyptus longifolia.<br />
<br />
Dünyanın birçok yerinde, bilhassa Brezilya’da, Kuzey Afrika ve Güney Avrupa’da, Doğu ve Batı Asya’da bir zaman sıtma saçarak insanları ölüme sürükleyen korkunç bataklıklar, bugün ökaliptüs ağacının gölgesinde sağlık ve varlık kaynağı olmuştur. Ökaliptuslar, bataklığı kurutarak etrafını da tarıma elverişli hâle getirmektedir. Ökaliptus ormanları, hava tesirlerini yumuşatarak büyük rüzgârlara mâni olurlar, bitkilere zararlı olan toz ve dumanları tutarlar, fırtına ve dolu zararlarını kısmen önlerler. Üç yaşından büyük olan ormanlardaki çayır ve ot miktarı da büyük ölçüde olduğundan, hayvanlarda verimi arttırmaktadır. Ayrıca arıcılıkta da büyük faydaları görülmüştür. İlk yıllarda, aralarına mısır ekilerek değerlendirilebilir. Yurdun güneyinde kurulan ökaliptus ormanlarından, büyük ölçüde yakacak temin edilmektedir.<br />
<br />
Kullanıldığı yerler: Tâze yapraklarının su buharı ile distillenmesi sûretiyle elde edilen ökaliptus, muhtelif cila, kafuru, çam sakızı ve zamk, yine bir nevi vernik olan kokulu reçine îmâlinde kullanılmaktadır. Halk hekimliğinde, özellikle solunum yolu hastalıklarında tercih edilir. Öksürüğü keser, boğaz ve burun iltihaplarını giderir. İdrar yollarını temizler. Hâricen deri üzerine sürülmek sûretiyle antiseptik olarak da kullanılır. Ökaliptus yaprakları doğrudan doğruya kaynatılarak kullanıldığı gibi, yağının tıpta da pek çok faydaları vardır. İlaç olarak veya kaynatma ile buğu, koku hâlinde de kullanılır. Yapraklar nefes darlığı, kabız, balgam söktürücü olarak, haşere sokmalarına, her nevi ateşlenmeye, nezle, nevralji, bronşit, romatizma, seker, üremi gibi hastalıklarda, yağ veya eksitilerek sirke, toz sabun, pudra ve mâcun seklinde kullanılır. Ayrıca ökaliptus kabuklarından, kino reçinesi adi verilen ve içinde bol miktarda tanen bulunan bir madde, kuru damıtım yoluyla elde edilmektedir. Yine ökaliptus odununun kuru damıtımıyla elde edilen diğer ürünler; 100 kilo odundan; 25-27 kilo kömür, 7 kilo asit asetik, 2 kilo alkol metilen, 3 kilo katran elde edilebilir.<br />
<br />
Özellikleri: Tazelik verici, kuvvetlendirici, Antiseptik, temiz olmayan derilerde, akne, kepek, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, virüslere karşı, grip ( boğaz iltihaplanması, sinüzit iltihaplanması, bronşitte-Antibiyotiğe yardımcı ) bahar nezlesi..romatizma ağrılarında ve sinir iltihaplanmasında. Haşerelere karşı çok kuvvetli tesir eder. Soğuk algınlığı, nezle, kas tutulmaları, sinüs gibi rahatsızlıklarda güçlüdür. Migren ve romatizma ağrılarını dindirir, cilt ülseri ve yarayı iyileştirir.<br />
<br />
Kullanıldığı yerler:<br />
Losyon olarak(yoğunluğu azaltılmış): Nefes darlığında göğüs üzerine sürdüğünde nefes açıcı etkisi vardır.<br />
<br />
Buhar yolu ile: Soğuk algınlığı rahatsızlıklarında boğaz ve solunum yolları şikayetlerinde ve bronşitte özellikle uçucu yağından dolayı inhalasyon (buğu) yoluyla yararlanılmaktır. Burun tıkanıklığı ve burun akıntısına karşı (kaynar suya drog parçaları veya uçucu yağ damlaları ilave edilerek hazırlanan) buğu yöntemiyle kullanılmaktadır<br />
<br />
Banyo suyuna ve kompres olarak: Yanıklarda ve yaralarda; Ayrıca üzüntü ve sıkıntıyı dindirici etkisi bulunur. Ev içinde buharla kullanılırsa evdeki bakterileri öldürür.<br />
<br />
Uyarılar: gebelikte kullanmayın, çocuklara ve bebeklere verilmez, yoğun olan formu cilt zararlıdır. Yüksek kan basıncı olanlara sakıncalıdır. Asla ağız yolu ile almayınız. Bir haftadan fazla kullanımda ve tekrarlayan periyodik rahatsızlıklarda hekimle görüşmek gerekir. Nadiren de olsa bazı kişilerde bulantı, kusma ve ishal yapabildiği kayıtlıdır.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-82887759441587170262011-01-12T00:05:00.003+02:002011-01-12T00:06:33.173+02:00Göz,kulak,burun,boğazda yabancı cisim ve ilk yardım<b>Gözde Yabancı Cisim </b><br />
Çocuklarda ve işçilerde sıkça rastlanabilir. Açık havada oynayan çocuklarda bitki parçaları ya da toprak taneleri, metal kesimi, düzeltilmesi, sıva işinde çalışan işçilerde ise metal ve sıva parçacıkları göze kaçar.<br />
Gözde yanma, batma, sulanma, kaşıntı ve ovmaya bağlı kızarıklık görülür. Hatalı müdahaleler göze zarar verir ve yabancı cismin çıkarılması da güçleşir. İlkyardımcı, kişinin gözlerini ovmasını önlemeli bol suyla yıkandıktan sonra gözlerini kapattırıp cismin gözyaşı ile çıkmasını beklemelidir. Bu olmuyor ve cisim gözle görülebiliyorsa temiz bir bez parçasının kenarı ile alınabilir. Çıkartma işleminden pamuk kullanılmaz. Yabancı cisim yine çıkmıyorsa kişi nakledilir.<br />
<b>Kulakta Yabancı Cisim </b><br />
Kulağa nohut, mercimek gibi gıdalar, boncuk tanesi, böcek ya da bitki parçaları kaza ile kaçabilir. Özellikle böcekler hareket ve sesleri ile çok rahatsızlık verir. Su ile şişen tahıllar ve kuru baklagillerin çıkarılması çok zorlaşır. Bazen kulağı temizlemekte kullanılan pamuk, çöpler kulakta kalabilir.<br />
Kulaktaki yabancı cisimleri çıkartmak için sivri, uzun cisimler sokmak doğru değildir. Kulak yere bakar durumda iken kulak kepçesi küçük çocukta geriye ve aşağıya büyükte geriye ve yukarıya çekilerek cisim çıkarılır. Böcekler ışık tutularak dışarıya çıkarılabilir. Başarı olunamazsa kişi nakledilir.<br />
<b>Burunda Yabancı Cisim </b><br />
Çocuklarda görülebilir. Buruna sivri, uzun cisimler sokmamak gerekir. Yabancı cismin olduğu tarafın karşısındaki burun köküne bastırılarak kişi sümkürtülür. Başarılı olunamazsa kişi nakledilir.<br />
<b>Boğazda Yabancı Cisim </b><br />
Boğaza takılan yabancı cisim, elle ulaşılabiliyorsa elle çıkarılır. Aksi takdirde çocuksa baş aşağı tutularak, büyükçe iki kürek kemiği arasına vurularak yardım edilir.<br />
<b>Yabancı Cisimlerin Yutulması </b><br />
Yutulan cisim küçük, düzgün kenarlı ise kendiliğinden çıkacaktır. Müdahale gereksizdir. Sivri, uzun, batıcı, kesici cisimler yutulmuş ise acilen nakledilir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-69975630335289528162011-01-07T23:29:00.000+02:002011-01-07T23:29:19.927+02:00Çayın Faydaları ve Zararları...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTHTukVV-IE6QJeHG9U4M5RS2ddrisC_FzkiekKd52CD6NBKrZz4htQFlbJ5EcUvp7hWKlzmoK7Jha6U93sSz9E_pd0jmxJhblN1X1L6xcMjW9T96ei5opvKvT-24wKs69wq2K3C4iRg/s1600/%25C3%25A7ay.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjTHTukVV-IE6QJeHG9U4M5RS2ddrisC_FzkiekKd52CD6NBKrZz4htQFlbJ5EcUvp7hWKlzmoK7Jha6U93sSz9E_pd0jmxJhblN1X1L6xcMjW9T96ei5opvKvT-24wKs69wq2K3C4iRg/s320/%25C3%25A7ay.jpg" width="320" /></a></div>Ülkemizde oldukça fazla tüketilen siyah çay, faydaları ve zararları ile yine gündemde. Son günlerde açıklanan araştırma sonuçlarına göre; günde iki bardak çay tüketmek, kalp krizi sonrası ölüm riskini oldukça azaltıyor.<br />
<br />
Araştırmacılar, bu şaşırtıcı sonuç karşısında çayın daha iyi incelenmesi gerektiğini söyleyerek siyah ve yeşil çayda kalbi koruma özelliğine sahip maddeler bulunabileceğini tahmin ettiklerini söylediler.<br />
<br />
Söz konusu çalışma 13 Mayıs’da Amerikan Kalp Birliği Dergisi’nde yayınlandı. Çalışmayı yöneten Dr.Kenneth Mukamal, sonuçların beklediğinden çok daha şaşırtıcı olduğunu ve çay bitkisinin kalp sağlığı üzerindeki gerçek etkisi, araştırma sonucundan daha az olması durumunda bile, kalp krizinden kurtulmak için hatırısayılır bir fayda yaratabileceğini belirtti.<br />
<br />
Çalışmada çay içenler ile çay içmeyenler arasında, kalp krizi sonrası ölüm oranları araştırıldı. Çay tüketimi fazla olanlarda (günde 2 veya daha fazla bardak), araştırma sonuçlarına göre : çay tüketmeyenlere oranla %44 daha az kalp krizi nedenli ölüm görülüyor; bir haftada 14 bardaktan daha az çay tüketenler ise, hiç tüketmeyenlere oranla kalp krizi sonucunda % 28 daha az ölümle karşılaşıyorlar. Bu geniş çaplı araştırmada, araştırmacılar kalp krizinden sonra hayatta kalan 1900 kişinin, kalp rahatsızlıklarından önceki çay tüketimlerini not alıp bu kişileri 4 yıl boyunca izlemeye devam edecekler. Araştırmaya katılmış olan doktorlar; denek olarak alınan kişilerin başka bir kalp krizine ya da kalp rahatsızlıklarına daha yatkın olan yüksek risk grubundaki insanlardan seçildiğini belirtiyorlar.<br />
<br />
Araştırmacılar flavonoidlerin (bitkilerden elde edilen, besinlerde doğal olarak bulunan antidoksidanlar) kan damarlarını genişleterek kanın vücuttaki dolaşımını daha kolay sağladığını ve böylece kalbi doğal yoldan korumanın mümkün olabildiğini söylüyorlar. Ayrıca flavonoidlerin, LDL kolestrolünün daha kötü bir kolestrol haline dönüşmesini önleyebileceğine dair kanıtlar da sözlerine bulduklarını ekliyorlar.<br />
<br />
Kalp krizi sonrası ölümü önlemek için herkesin çay içmeye başlaması mı gerekir?<br />
<br />
Doktorlar araştırmaların bitmediğine dikkat çekerek, fazla çay tüketimini henüz tavsiye etmemekle birlikte, kalp krizi geçirmiş olan ve çaydaki kafeinden endişe edenlerin bu konuda korkmasına gerek olmadığını belirtiyorlar. Araştırma yapılırken hastalara ne tür çay (kafeinli, kafeinsiz) tüketikleri ile ilgili soru sorulmamış; çünkü araştırmacılar tüketilen çayın kafeinli ya da kafeinsiz oluşunun, ortaya çıkan bu olumlu sonucu değiştireceğini düşünmüyorlar. Bütün bitki çaylarının farklı özellikler taşıdığı ve bu önemli etkiyi hepsinin yaratamayacağı belirtiliyor; yeşil ve siyah çaydaki kimyasal bileşimin de birbirinden farklı olduğu ve bu nedenle farklı faydalar sağlayabileceği uyarısı yapılıyor.<br />
<br />
Bitkilerden yapılan diğer içeceklerin kalp üzerinde faydalı etkileri olabilir mi?<br />
<br />
Bitkilerle yapılan siyah bira, şarap ve viskide de flavonoid maddesi bulunur fakat bunların miktarı çayda bulunandan çok daha azdır. Eğer bitkilerin olumlu faydalarından yararlanmak istiyorsanız, katkısız bitki çayları tüketmeniz, alkol içeren bitki içeceklerinden çok daha yararlı olacaktır. Alkol ve bitki özleri içeren bir içecek tüketmeyi düşünürken içerdiği az miktardaki flavonoid maddesinin yararından daha çok, barındırdığı alkol oranı ile uzun vadede karşılaşacağınız sağlık problemlerini göz önünde tutmalısınız.<br />
<br />
YEŞıL ÇAY VE KANITLANMIŞ SONUÇLARI<br />
<br />
Yeşil çayın yaşlanmayı geciktirdiği, doğal kafeini ile rahatlık sağladığı; yapılan araştırmalar sonucunda bilinen özelliklerindendir. Yeşil çayın kanser olasılığını azalttığı belirtiliyor. Yapılan farklı araştırmalara göre bunun nedeni; yeşil çayın kolesterol ve yağ değerleri üzerindeki olumlu etkisi, tansiyonu düzenlemesi ve damar sertliğini önlemesi olarak açıklanıyor.<br />
<br />
Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre; Polifenoller, polisakkaritler ve değişik vitaminler içeren Yeşil Çay`ın yemek borusu kanserini erkeklerde yüzde 57, kadınlarda ise yüzde 60 oranında önlediği bildirildi.<br />
<br />
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç. Dr. Hayri Çoşkun, yeşil çay`ın, oksidasyon olmaması için toplandıktan sonra ezilme gibi işlemlerden korunduğunu, böylece doğal bileşenleri ve aromasının da korunduğunu belirtiyor.<br />
<br />
Coşkun, Yeşil Çay`ın değişik kanser risklerini azalttığını, kan kolestrol seviyesini düşürdüğünü, yaşlanmayı geciktirerek değişik bakterilerin gelişmesini engellediğini kaydederek, ``Ultra viole ışınlarının deride kanser ve buruşukluklara neden olduğu bilinmektedir. Yeşil çayın ise bu tür deri hastalıklarını koruyucu özelliği vardır. Sigara dumanında potansiyel kanser yapıcı madde olan NNK, akciğer kanserine neden olmakta, Yeşil çayın bu hastalığa karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır`` diye ekliyor.<br />
<br />
SıYAH ÇAY VE KANITLANMIŞ SONUÇLARI<br />
<br />
Chicago’da yapılan araştırmanın sonucuna göre; Siyah çay kalp hastalarında damar sağlığını korumakta. Amerikan Kalp Derneği`nin ``Circulation Journal`` adlı yayın organında yer alan araştırmaya göre, daha önce kalp sağlığında olumlu etkisi belirlenen siyah çayda, siyah üzüm, greyfurt suyu, soğan ve kırmızı şaraptaki flavonoid maddesi, yüksek oranda bulunuyor.<br />
<br />
‘Flavonoid`in, kötü kolesterolün (LDL) yol açtığı oksidasyon durumunu ve damar cidarlarının kalınlaşmasını önlediğini kaydeden uzmanlar, bu etkinin ancak çok miktarda flavonoid özü alınmasıyla kendini gösterdiğine dikkati çekiyorlar.<br />
<br />
Boston Üniversitesi Tıp Merkezi`nde yapılan bir araştırmada, deneklerin bir kısmına bir süre boyunca belirli miktarda çay, bir kısmına ise su içiriliyor.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-7096050486164784042011-01-07T03:39:00.000+02:002011-01-07T03:39:27.441+02:00Portakal , Portakalın YararlarıDiğer İsimleri: Citrus aurantium, Citrus sinencis, Orange<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl2ao8-85E-x25H_4M8CXJ44G-0euyJlPP2QmtyjQAjz8BpXPRBJqAryzUMVNOO6129nPYbAPYnQZL_grp6X3b5757lxG6bPFsB1uJRQm69n7DBIORR6t95U64i-UQ8MzMV3Zn2T2nYQ/s1600/portakal.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjl2ao8-85E-x25H_4M8CXJ44G-0euyJlPP2QmtyjQAjz8BpXPRBJqAryzUMVNOO6129nPYbAPYnQZL_grp6X3b5757lxG6bPFsB1uJRQm69n7DBIORR6t95U64i-UQ8MzMV3Zn2T2nYQ/s1600/portakal.jpeg" /></a></div><br />
Portakal: Turunçgiller familyasından bir ağaçtır. Boyu 2-10 m arasında değişir. Yaprakları sert dayanıklı ve düz kenarlıdır. Kabuğunun altında sarımtırak, bazılarında ise kırmızı renkte sulu ve dilimli bir öz bulunur. Kabuklarından portakal esansı elde edilir. Çiçeklerinden de portakal çiçeği esansı yapılır. Başta C vitamini olmak üzere P, B ve E vitaminleri ile fosfor, magnezyum ve potasyum minerali açısından zengindir. Bakır, çinko, demir ve manganez mineralleri ile protein de bulunur.<br />
<br />
<br />
Portakalın Faydaları<br />
<br />
* Ateşi düşürür.<br />
* Susuzluğu giderir.<br />
* Kansızlığa iyi gelir.<br />
* Hazmı kolaylaştırır.<br />
* Vücuda enerji verir.<br />
* Nekahat devresini kısaltır.<br />
* Şeker hastalarına faydalıdır.<br />
* Yatarken yendiğinde uyku verir.<br />
* Zayıflatıcıdır, şişmanlamayı önler.<br />
* Damar sertleşmesini ve felci önler.<br />
* Portakal kabuğu iştahsızlıkta etkilidir.<br />
* Vücuttaki zararlı maddeleri temizler.<br />
* Sinirleri yatıştırır ve yorgunluğu giderir.<br />
* Yüksek tansiyonu ve kolesterolü düşürür.<br />
* Vücudu ve bağışıklık sistemini güçlendirir.<br />
* Çiçeklerinin kaynatılmasıyla elde edilen su, spazm giderir.<br />
* Grip ve nezle gibi soğuk algınlığına iyi gelir ve öksürüğü azaltır.<br />
* Kabuklarından yapılan şurup ise, mide hastalıklarında kullanılır.<br />
* İçerdiği folik asit özellikle hamileler ve bebek için çok yararlıdır.<br />
* Karaciğeri çalıştırır ve safra ifrazatını artırır.sifalibitkileriniz.com<br />
* Cilt kırışıklıklarını önler, cildin taze ve pürüzsüz görünmesi sağlar.<br />
* Kanın pıhtılaşmasını, mide ve pankreas kanserini önleyici etkisi vardır.<br />
* Damar sertliğini ve tıkanıklığını önleyen portakal kalp ve damar hastalıkları ile kansere karşı koruyucudur.<br />
* Kabuklarındaki esans sivilcelere sürüldüğünde biraz yanma yapar ama 2 ayda ortadan kaldırır.sifalibitkileriniz.com<br />
* Çocukların hastalıklardan korunması ve fiziksel gelişiminin tam sağlanması için gerekli olan cevherler dolu bir meyvedir.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-9263318311899336592011-01-06T02:22:00.000+02:002011-01-06T02:22:53.059+02:00Havuçtaki vitaminler , faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNdZZM-sfOQpVg8dttBrv7JX0rmaQ3rWaWizIMrOsNxho_IG4TLLm8AyxarwHyBrEkjue-s94vbWSNH65-h3Avgg76kNWF7bgUPrvsuhb1j-cWLSwaUtUVb3CZa6gAazp5JT9rLgeizA/s1600/Hem-cok-lezzetli-hem-cok-faydali.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNdZZM-sfOQpVg8dttBrv7JX0rmaQ3rWaWizIMrOsNxho_IG4TLLm8AyxarwHyBrEkjue-s94vbWSNH65-h3Avgg76kNWF7bgUPrvsuhb1j-cWLSwaUtUVb3CZa6gAazp5JT9rLgeizA/s200/Hem-cok-lezzetli-hem-cok-faydali.jpg" width="194" /></a></div>A, C, B1 ve B2 vitaminlerince zengin bir ürün olan havuç, çiğ olarak ya da pişirilerek tüketilir<br />
Havucun yararları<br />
Tohumlarından halk arasında gaz söktürücü, idrar artırıcı, adet getirici ve mide ilacı olarak yararlanılır<br />
<br />
Haftada beş kere yendiği takdirde araştırmalara göre kadınlarda kalp enfarktüsünü, felç tehlikesini yüzde 68 oranında azaltıyor<br />
<br />
Günde iki havucun erkeklerde kandaki kolesterolü yüzde 10oranında azalttığı görülmüştür<br />
<br />
Her gün yenen bir havuç da akciğer kanseri tehlikesini yarıya indiriyor<br />
<br />
Anne sütünü arttırır<br />
<br />
Yüz ve boyun kırışıklıklarını giderir<br />
<br />
Havuçtaki kompleks karbonhidratlar vücuda ererji verir<br />
<br />
Havuçlar kirli olsa bile kabuğunu soymamak gerekir Çünkü yarım kilogram havuçta 30 mg C vitamini, B1-B-B6 vitaminleri, kalsiyum, demir ve potasyum mineralleri bulunur ve bunların büyük bölümü kabuğun altındadır<br />
<br />
Kabuğu soyulduğunda havuç besin değerinden çok şey kaybeder<br />
<br />
Havucun kabuğunu soymak yerine musluğun altında hafifçe fırçalamak yeterlidir<br />
<br />
Görme bozukluklari, bas dönmesi, düsük tansiyon, bitkinlik gibi rahatsizliklari iyilestirir<br />
<br />
Bronşları açar, kuru öksürüğü keser ve bağırsakları yumusatır<br />
<br />
Havucun, süratle kan yapıcı, kuvvetlendirici, ishal kesici, peklik giderici, mide ve bağırsağın yakın dostu, safra akıtıcı, karaciğeri kuvvetlendirici ve yeri doldurulamayan bir sebze olduğunu biliyormusunuz<br />
<br />
Kansızlık halinde, sabah-öğle-akşam taze çıkarılmış 1 çay bardağı havuç suyu içilmesi, suyu çıkarılamazsa ince rendelenmesi ve iyice çiğnenerek yenilmesi öneriliyor<br />
<br />
Havucun, bol A vitamini ile cilde temizlik ve pembelik verdiğini ve gözlerin sıhhatli kalmasını sağladığını , kalp rahatsızlığı ve damar sertliği olanlara havucun çok fayda verdiğini, her gün yenen bir havucun da akciğer kanseri tehlikesini yarıya indiriliyor<br />
<br />
Havuçtaki beta-karotenin de gözleri, yaşlılığın getirdiği görme zayıflığından koruduğunu<br />
<br />
Bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiğini, havuçların çiğ veya pişmiş olarak yenilirken asla soyulmaması gerektiğini, sadece temiz yıkamanın yeterli olduğu bilinmektedir<br />
<br />
Aşırı havuç suyu içildiğinde cilt hafif portakal rengi alırsa da bunun bir zararı söz konusu değildirScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-67633962624510741872011-01-03T21:25:00.000+02:002011-01-03T21:25:28.300+02:00Fast- Food Yemeklerdeki Büyük Tehlike<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo__0dtDCfOA3ZuRh3TzEugw_pjo4j0DUlErJ0pE3Oh_d1ROiBJwZtqDX6ahFheDW5PnoeZo2KrNxq4TrBmlqWpAxTnVR71nAbLSnMpy5MxekXSfPwApxjrlYi1IAHE24Whjv4SoemPA/s1600/1293781117_20_yemek_04.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo__0dtDCfOA3ZuRh3TzEugw_pjo4j0DUlErJ0pE3Oh_d1ROiBJwZtqDX6ahFheDW5PnoeZo2KrNxq4TrBmlqWpAxTnVR71nAbLSnMpy5MxekXSfPwApxjrlYi1IAHE24Whjv4SoemPA/s200/1293781117_20_yemek_04.jpg" width="200" /></a></div>Bu kez yemeğin içinde değil dışında...<br />
<br />
Fast food’dan uzak durmak için bir neden daha çıktı! Kanada’da bulunan Toronto Üniversitesi uzmanları, hamburger, patates kızartması gibi yiyeceklerin yağının sızmasını önlemek için fast food ambalajlarının yapımında kullanılan “perfluoroalkil” adlı kimyasalın gıdalara da bulaştığını tespit etti. <br />
<br />
Tiroidden tümöre, yüksek kolestrolden kansere kadar bir çok sağlık sorununa neden olduğu belirtilen bu kimyasallar insan sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Araştırmayı yürüten ekibin başında bulunan Scoot Mabury, bugüne dek bu kimyasallarla ilgili hiçbir tedbirin alınmadığını söyledi. Milliyet'in haberine göre, Mabury “Bu kimyasallar ambalajdan yiyeceğe geçmez, vücutta tutulmaz ve vücut bunları işlemez zannediliyordu. <br />
<br />
Ancak bu görüşün hatalı olduğu ortaya çıktı” dedi. Araştırmada tehlikeli kimyasalların fast food tüketen kişilerin kan ve idrar örneklerinde bulunduğu kanıtlandı. Uzmanlar söz konusu kimyasalların özellikle cinsiyet hormonlarına olan negatif etkisi nedeniyle doğurganlığı olumsuz etkilediğini belirtiyor.<br />
Kaynak: HaberturkScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-4545795771570672682011-01-02T02:44:00.002+02:002011-01-02T02:44:59.582+02:00En sağlıklı 10 kış besiniAmerikan Sağlık Örgütü, kışın tüketilmesi gereken 10 besini açıkladı. İşte 10 besin:<br />
<br />
Kabak<br />
En verimli etkiyi ekim-kasım aralığında gösteriyor. Kabağın en önemli özelliği, her türlü pişirme usulüyle tüketilebilmesi ve etkisini koruması. Beta-karoten ve antioksidan kaynağı olan kabağın, kalp hastalıkları ve yaygın kanser türleriyle savaşabildiği biliniyor.<br />
<br />
Brüksel lahanası<br />
Lif, K vitamini ve magzenyum deposu. Eylül-şubat ayları arasında taze bulunabiliyor. Günde 4 ile 6 adet tüketmek C vitamini ihtiyacını karşılıyor.<br />
<br />
Greyfurt<br />
Likopen ve C vitamini kaynağı olan greyfurtlar, özellikle prostat başta olmak üzere birçok kanser türüne karşı koruyor.<br />
<br />
Lahana<br />
Yılın her dönemi bulunan ve A, B6, C ve K vitaminleri yönünden zengin lahanaların, özellikle kışın kırmızı çeşitlerini tüketerek de, kalp ve damar hastalıklarına karşı korunmanın mümkün olduğunun altı çiziliyor.<br />
<br />
Kestane<br />
B vitamini, potasyum, bakır ve magnezyum deposu olarak gribe karşı etkili bir silah görevini üstleniyor.<br />
<br />
Brokoli<br />
Yılın her mevsimi bulunması mümkün olan brokoli, A, C, K vitaminleri ve kalsiyum, demir ve magnezyum içeren mineralleri sayesinde, mükemmel bir antioksidan kaynağı ve göz dostu.<br />
<br />
Tatlı patates<br />
Doğada en taze haliyle kasım-aralık veya nisan-mayıs aylarında bulmak mümkün. Düşük kalorisine rağmen besin değeri hayli yüksek olan patatesler müthiş bir lif deposu.<br />
<br />
Pırasa<br />
Vitamin ve mineral yönünden en zengin sebze. Kan değerleri düşük kimselere önerilen pırasanın kolon ve prostat kanserine karşı kanıtlanmış etkisi de biliniyor.<br />
<br />
Turp<br />
Sadece kabuğu bile günlük A ve K vitaminleri ihtiyacını yüzde 100 karşılayan turp, C vitamini, potasyum ve kalsiyum zenginliğiyle en güçlü antioksidanlardan.<br />
<br />
Sarmısak<br />
Sadece kışın tüketilmese de, kışın yakalanma riski artan enfeksiyon hastalıklarına karşı sarmısak tüm menülerle tüketilmesi önerilen bir mucize besin olarak öneriliyor.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-13122970498294269522010-12-29T23:02:00.001+02:002010-12-29T23:02:41.685+02:00Mandalinanın Faydaları, Yararları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB9uTlrJZqEcYZE-v9rVc5Avbuv9_Os82eShgHVb1OtioIuGLqOea8uTGITtsOW5Vqs3NjY6urPmA5bjVDw6rMsPZxI1PjYkhj2z3wnXN0Xhnba8MrOgh4a8FmKqL2vVgAhVsdsrYPUQ/s1600/mandalin.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="150" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB9uTlrJZqEcYZE-v9rVc5Avbuv9_Os82eShgHVb1OtioIuGLqOea8uTGITtsOW5Vqs3NjY6urPmA5bjVDw6rMsPZxI1PjYkhj2z3wnXN0Xhnba8MrOgh4a8FmKqL2vVgAhVsdsrYPUQ/s200/mandalin.jpeg" width="200" /></a></div>Sonbahar ve kış aylarının sevilen meyvalarından olan mandalina, zengin bir B ve C vitamini kaynağıdır. Aynı zamanda yüksek miktarda şeker içerir, serbest asit oranı oldukça düşüktür. Bir ufak mandalinada bazı büyük portakallardan daha fazla C vitamini vardır.Portakalı sindirmekte güçlük çeken birçok kimse, mandalinayı rahatlıkla yiyebilir.<br />
<br />
<br />
<br />
Kanı temizler. Kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucudur. Kolesterolü ve yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur. Damar setliği ve felçte faydalıdır. Sinirleri yatıştırır. Akşam yemeğinden sonra yenecek 1-2 mandalina uykusuzluk çekenlere faydalıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Grip olanlara iyi gelir.<br />
<br />
Mandalina Nasıl Kullanılır? Taze meyve olarak yenebileceği gibi reçeli de yapılabilir. Ayrıca, kabuklarından esans elde edilir. Özellikle Kabukları ince kıyılıp doğrudan ya da kek, pasta gibi tatlılara katılıp yenirse kalp ve damar sağlığı açısından faydası görülür.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-33483589228237241932010-12-28T01:17:00.001+02:002010-12-28T01:25:10.541+02:00Basurlar için bitkisel tedavilerSon bağırsakta bulunan siyah kan damarlarının genişleme, şişme ve kanamalarına; halk arasında basur, tıp dilinde hemoroid denir. Başka bir hastalığın da belirtisi olabilir. Kabızlık, hamilelik, şişmanlık, soğuk yerlerde fazla oturma, alkol alışkanlığı ve son bağırsaklardaki bazı hastalıklar, basura neden olur. Basurlar iç ve dış olmak üzere ikiye ayrılır. İç basur; makatın içinde meydana gelen basurlara verilen isimdir. Dış basur; makatın dışında, küçük, yuvarlak, eflatuni renkte tümörlerdir. Tedavide ilk şart, kabızlığı gidermektir. Aşağıdaki reçetelerden biri uygulanabilir.<br />
<br />
Kalın bağırsakta bulunan toplar kılcal damarları, kabızlık gibi zorlama nedenlerle silindir veya düğüm biçiminde uzanmış şekilde ortaya çıkar. Basur olmamak için, sünnet üzere belirtilen miktarda mideyi doldurmak gerekir. Yani midenin 1/3 ‘ünü yemekle, 1/3′ünü sulularla, 1/3′ünü de havayla boş bırakmak gerekir.<br />
<br />
İncir, kabak, kabak tatlısı, zeytinyağı, elma, armut, kayısı, şeftaliyi devamlı yemek basura yakalanmayı engeller.<br />
<br />
Perhiz<br />
Basura yakalananların atıkları rahat atmaları için yenilenleri kontrol altına almaları şart tır. Acılılar, tuzlular, kızartmalar, patlıcan, domates, domates salçası, karabiber, nohut, mercimek, kesinlikle perhiz edilecektir. Siz ayrıca, kendinize dokunan gıdayı tecrübe ile bulup yemeyiniz. Yoğurt, sirke, süt, ekşi.<br />
<br />
Bitkilerle tedavisi<br />
<br />
Sinirli ot kaynatılıp, balla tatlandırılarak günde 3 kere su bardağı ile yemeklerden Önce içilmeye devam edilir.<br />
Pelin, civan perçemi, kantaron karışımı kaynatılıp balla tatlandırılarak yemeklerden önce 1′er su bardağı içilmeye devam edilir.<br />
At kestanesi doğranıp kaynatılır, balla tatlandırılarak yemeklerden önce 1 ‘er su bardağı içilmeye devam edilir.<br />
Sinameki, kekik, misvak, çörek otu karışımı kaynatılıp balla tatlandırılarak yemeklerden önce yenmeye devam edilir.<br />
Kanlı basura, meşe palamutu, meşe yaprağı, sinameki karışımı kaynatılıp balla tatlandırılarak yemeklerden önce 1′er su bardağı içilmeye devam edilir.<br />
Üzerlik tohumu kavrulup Öğütülür yemeklerden önce1er tatlı kaşığı yutulmaya devam edilir. Midesi rahatsız olanların kullanmaması tavsiye edilir.<br />
Zeytinyağı, kına ile merhem yapılıp taharetten sonra günde 2 kere basura sürülür.<br />
Basurunuz ilerlemeden tedbir alın.<br />
Ameliyat ettirseniz de tekrar çıkabilir.<br />
Erken teşhis erken çözümdür.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-27098454879115504152010-12-22T22:11:00.000+02:002010-12-22T22:11:20.560+02:00Ekmeğin kıtırı kanser nedeni<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4RjHG8VkAlfirdI2n4x2uUNIQYvx-JAjuhZxfax5WvxlCoiGt0M-CLgI9pk_rzFuKiCLKttK81XC5zccbaHPsol9x0M6mLvt41Tt_74L2VgbiGkeiEjXztpioPZkOQc8wsRd8bqYLMw/s1600/12256495.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj4RjHG8VkAlfirdI2n4x2uUNIQYvx-JAjuhZxfax5WvxlCoiGt0M-CLgI9pk_rzFuKiCLKttK81XC5zccbaHPsol9x0M6mLvt41Tt_74L2VgbiGkeiEjXztpioPZkOQc8wsRd8bqYLMw/s1600/12256495.jpg" /></a></div><br />
Ekmeğin kıtır kısmı, mangalda çok pişmiş et, uzun süreli yüksek ısıl işlem uygulanmış süt tozu ve bebek mamasına dikkat!<br />
<br />
Türkiye’de açıkta denetimsiz satılan sütlerin bakteri yuvası olduğuna dikkat çeken Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Barbaros Özer, “Avrupa Birliği ülkelerinde sanayiden geçen süt miktarı üretimin yüzde 97’sine karşılık gelirken, bu değer ülkemizde yalnızca yüzde 27 dolayındadır. Geri kalan süt ya küçük işletmeler tarafından kullanılmak ya da sokak sütü olarak satılmakta veya çiftlik ölçeğinde değerlendirilmektedir” dedi. Bu durumun haksız rekabetin yanı sıra, halk sağlığı açısından sorunlara yolaçtığını belirten Prof.Dr. Özer, Türkiye'de üretilen çiğ sütün önemli bir miktarının ilgili gıda kodeksi ya da standartlara aykırı olduğunu söyledi. Prof.Dr. Özer, “Dışkı kökenli bulaşmanın bir indikatörü olan bakterilerin sayısı standart limitlerin bin ve 10 bin katı daha fazla çıkmaktadır. UHT sütlerin aksine, yoğurt ve peynir gibi ürünlere raf ömrünü uzatmak amacıyla koruyucu madde katımı kontrolsüz işletmelerce yaygın bir uygulamadır. Yasal olarak kullanımı yasaklanmasına karşın nitrat, kloramfenikol, antibiyotik ve antimikrobiyel maddelerin kullanımı bilinen bir gerçektir” diye konuştu.<br />
<br />
Biberonda tehlike<br />
<br />
Plastik biberonlarının yapısında ‘Bisfenil A’ adı verilen bir bileşiğin zararlı etkilerinin net olarak ortaya konulduğunu söyleyen Prof.Dr. Özer, şöyle konuştu:<br />
<br />
“Bu nedenle bebek biberonlarının seçiminde sertifikalı ve CE belgeli ürünlerin tercih edilmesi önem taşımaktadır. Damacana su şişelerinde de benzer sorunun olduğu yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Ancak, 2'nci Gıda Güvenliği Kongresi sırasında sunulan bilimsel bulgular doğrultusunda bir bebeğin zararlı dozda ‘Bisfenil A’ alması için damacana sulardan günde litrelerce içmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Burada temel sorun bilimsel konularda yeterli derinlikte bilgi sahibi olmayan ancak adlarının önünde akademik unvanlar bulunan kişilerin yarattığı bilgi kirliliğidir. Örneğin, bir tıp doktoru pastörize süt yerine çiğ süt içilmeli derken, bu sözün ne anlam taşıdığını iki kere düşünmelidir. Benzer şekilde, pastörize sütten yoğurt yapıldığında besin değerinin azaldığını belirten ve bu nedenle çiğ sütten yapılan yoğurtların yenmesini tavsiye eden, ya da sokak sütlerini doğal ve hatta organik olarak niteleyen kişilerin basında boy göstermesi sorunları içinden çıkılmaz hale getirmektedir.”<br />
<br />
Prof.Dr. Özer, 2002 yılında gıdaların işlenmesi sırasında oluşan ve ‘Akrilamid’ adı verilen kanserojenik riski yüksek bir kimyasal bileşiğin tespit edildiğini belirterek, “Kimyasal bileşiğin varlığı önemli ve acil önlem alınması gereken bir sorun olarak değerlendirilmektedir. Yüksek ısıl işlem sonunda et, süt ve unlu ürünlerde oluşan akrilamid bileşiklerinin olumsuz etkilerini azaltabilmek için çalışmalar yoğun olarak yürütülmektedir. Bu noktada alınması gereken birincil önlemler arasında kararmaya yüz tutan gıdaların ekmeğin kıtır kısmı, mangalda çok pişmiş et, uzun süreli yüksek ısıl işlem uygulanmış süt tozu ve bebek mamalarının tüketiminden kaçınılması gerekmektedir” dedi.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-44933188851861552282010-12-22T00:53:00.001+02:002010-12-22T00:53:44.599+02:00Sevginin etkisi, yararları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4Y1MwuuxmLogdMEAfDocekb1dp5G6hM2dnGgKIWyjWcywKua6rKgUx7T01DABg5Z8Ylz_73ZSU2NVN5A9hkctJ8eqzdR4QDjPTkYkHR-JTtylZ2PqUbT9VDwECt8ItjJnplM9Dmsjg/s1600/birlik.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu4Y1MwuuxmLogdMEAfDocekb1dp5G6hM2dnGgKIWyjWcywKua6rKgUx7T01DABg5Z8Ylz_73ZSU2NVN5A9hkctJ8eqzdR4QDjPTkYkHR-JTtylZ2PqUbT9VDwECt8ItjJnplM9Dmsjg/s1600/birlik.jpg" /></a></div>Sevgiyi incelediğimizde, onun bitmez tükenmez bir kaynak olduğunu keşfederiz. Bu kaynak sayesinde fiziksel, ruhsal ve tanrısal dünyaların değişik ortamlarıyla haberleşebiliriz. Daha önce de gördüğümüz gibi, tüm enerji titreşimleri kendilerini değişik frekanslarda gösterirler. Demek oluyor ki, sevginin gücü, iç dünyamızın kuvvetlerinden çok daha etkili (yüksek ve hızlı) titreşimler sergilerler. Bu gerçeğin farkına vararak, onların günlük yaşamımızda kendilerini ortaya koymalarını keşfedebiliriz.<br />
<br />
<br />
<br />
Sevgi, özgürlük kaynağı<br />
<br />
<br />
<br />
Sevginizin ateşini körükleyin, sizi boğan ve sizin hareketinizi kısıtlayan bütün bağları yakıp yok edin. Sevginizin parıldayan ışığı utanma, acı ve korkuların barındığı karanlık bölgeleri de yok edececektir. Işığın belirmesini sağladığınız anda, tüm bu saydıklarımızın kaybolduğunu göreceksiniz!.<br />
<br />
Sevgi, korkunun karşıtıdır. Kişi kendini üzgün, bunalımda veya yalnız hissediyorsa, bu onun sevgi eksikliği yaşaması yüzündendir. Eğer sevgisinin ateşini biraz olsun canlandırabilirse, küllerden tekrar doğduğunu ve yeniden parıldadığını görürsünüz.<br />
<br />
<br />
<br />
Düşmanlığa karşı sevgi<br />
<br />
<br />
<br />
Kişi kendini sevmeyi ve içindeki yaşam ateşini körüklemeyi öğrendiği zaman, bu ışığı başkalarına da yayabilir. Düşmana karşı beslenen sevgi, tümüyle özgür hareket eden ileri seviyedeki ruhlardan ödünç alınmış bir yöntemdir.<br />
<br />
Bildiğiniz gibi, sevginin gücü sınırsızdır ve her tarafta bulunur. Üstad Peter Deunov, bu konuyu şöyle dile getirmiştir.<br />
<br />
<br />
<br />
“Sevgi yolu, tehlikesizce yürüyebileceğimiz tek yoldur. Aşk kuvvetlidir, yolu üzerinde karşılaştığı tüm engelleri yokeder. Sevgiyi, dünyadaki tüm kötülüklere karşı bir zırh gibi giy. Bu zırh, hiçbir silahın delemeyeceği tek kalkandır.”<br />
<br />
<br />
<br />
Sevgi eksikliği<br />
<br />
<br />
<br />
Sevgi eksikliği, kendini, içimizde hissettiğimiz büyük bir boşlukta gösterir. Sevgisiz kişi kayıtsız olur. Doğdukları andan itibaren, herhangi bir insanla iletişim kurmamış, en ufak bir sevgi almamış çocukları düşünün. Onları yaşamdan, ışıktan yoksun, boş gözlerle bakarken görürsünüz. Yine yaşam içinde, çökmüş, hasta dolaşan bu yetişkinler, yaşam kaynağı olan sevgiden kopukturlar. Kişinin mutluluğu, sevginin gizemli ateşine sahip olduğunun bilincinde olmasına bağlıdır. Bu ateş, güzel veya çirkin, herşeye bir anlam verir. Ruh, bu bağlantıyı kurduğunda, ışık yaymaya başlar. Konuya yine Peter Deunov ile devam edelim.<br />
<br />
<br />
<br />
“Cennet sevgidir. Sevgi müziktir. Tanrısal sevgiye daldığınızda ve titreşimlerini hissettiğinizde, hayatın senfonisini anlayacaksınız.<br />
<br />
Bir çiçeği güneş ışığından uzaklaştırınca, peşinden meydana gelen büyük değişikliği bilirsiniz. Bir varlıktan sevgiyi alırsanız, yine aynı sonucu elde edersiniz.”<br />
<br />
<br />
<br />
Sevgi eksikliği, kişiyi, korku, üzüntü, hastalık, nefret gibi olumsuzlukla yüklü güçlere karşı korumasız bırakır. Kalbinizi sevgiye açın ve aynı anda, ışıktan kaçan bu istilacıları derin karanlıklara doğru kovalayın.<br />
<br />
<br />
<br />
Yeni yaşam<br />
<br />
<br />
<br />
Şu anda içinde bulunduğumuz çağ, güneşin doğuşundan önceki döneme benzer. Karanlık dağılır, kuşlar ötmeye başlar, tan kızıllığı dağın zirvesini okşar. Kendimizi yücelme anında buluruz: güneş doğar, aşk kendini gösterir.<br />
<br />
<br />
<br />
“… eski yaşamda, aşk neşeyle başlar ve acıyla biterdi. Yeni yaşamda, aşk neşeyle başlar ve öyle kalır. Sevgi ve Neşe, Barış’ı doğurur. <br />
<br />
Sevgi tüm insanları birleştirecek yepyeni bir kültür oluşturacaktır. Sevgi, tüm varlıkları büyük bir uyum içinde birleştirir. Sevgi yaşama mükemmel bir birlik getirir. Tüm insanların düşüncelerini ve kalplerini birleştirir ve adına sevgi dediğimiz olguyu bütün kozmoza işler.<br />
<br />
<br />
<br />
Hepimiz içimizde her gün bizi biraz daha canlandıran bu alevi hissediriz. Üstad Peter Deunov bize yaşamaya başladığımız bu yeni dünya hakkında şunları söylüyor:<br />
<br />
<br />
<br />
“Dünyayı yeniden oluşturacak ve düzenleyecek olanlar, aydınlanmış ve bilinçli varlıklardır.<br />
<br />
Bilgi ve aşk’ın yasalarına göre, dünyamızda zengin ve yoksulların yardımlaşacağı, bilgi ve cahillerin eşit olacağı, genel, yeni bir kardeşlik doğacaktır: Bu yepyeni bir kültür olacak ve sevgi şimdi bizi bu kültüre katılmaya çağırıyor. Onu dinlemeye, onun için çalışmaya hazır mısınız?<br />
<br />
Çağımızın büyük acıları ve düzen bozuklukları, tıpkı büyük bir kültürün doğum sancıları gibidir. Bu patırtının ve kargaşanın ortasında kişide evrensel sevgi fikri doğacaktır. Güçlük kaynaklar, insanların kalplerinden akacaktır. İlerlemenin yasaları böyle haber veriliyor. Kişinin bilinci, belli bir gelişme düzeyine geldiğinde, sevgiye çevrilecektir.<br />
<br />
<br />
<br />
Bu sevgi enerjisinin galip geleceği, daha iyi bir dünya umuduyla…<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
“Ben Enerjiyim!.” adlı kitaptan alıntıdır.<br />
<br />
Ben Enerjiyim!. <br />
<br />
Chislaine D. Martel<br />
<br />
Çeviren. Arzu Ünel<br />
<br />
Arıon Yayınevi, İstanbul, Kasım 1995ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-12673436917306001622010-12-18T11:49:00.000+02:002010-12-18T11:49:29.083+02:00Yürümenin faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjReHsXqsYeZtQ5dhETmDYLi7Mf2FksuHBKDW6P-f59LvVLrXXLbVdSQ_TSdgR4rDoR2CkbGCw4SgHOkRSpa2Jsv2BkFL7sT8UuWjXJRF4umCnBzDU_-J8v5lSCe_MZvnWZLBeI6k1PcA/s1600/y%25C3%25BCr%25C3%25BC.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="187" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjReHsXqsYeZtQ5dhETmDYLi7Mf2FksuHBKDW6P-f59LvVLrXXLbVdSQ_TSdgR4rDoR2CkbGCw4SgHOkRSpa2Jsv2BkFL7sT8UuWjXJRF4umCnBzDU_-J8v5lSCe_MZvnWZLBeI6k1PcA/s200/y%25C3%25BCr%25C3%25BC.jpeg" width="200" /></a></div>Düzenli olarak yürüyüş yapanlar kasların kuvvetlenmesinden, şişmanlık riskinin azalmasına, yaratıcı düşünce potansiyelinin artmasından, yaşlanma sürecini geciktirmeye kadar çeşitli kazanımlar elde ediyor.<br />
<br />
Yürüyüşte dikkat edilmesi gerekli hususlar şu şekilde sıralanabilir:<br />
<br />
1- Kilo vermek amacıyla naylon vb. gibi giysiler vücuda sarılmamalı.<br />
<br />
2- 40 yaşın üstündekiler doktora görünmeden, yürüyüş programına başlamamalı.<br />
<br />
3- Diyabet, hipertansiyon ve diğer sistematik hastalığı bulunanlar sık sık doktor kontrolünden geçmeli.<br />
<br />
4- Ciddi bir yemek sonrası hızlı ve ağır yürüyüşler yapılmamalı.<br />
<br />
5- Yürüyüş öncesi ve sonrasında susuz kalmamaya dikkat etmeli.<br />
<br />
6- İnce tabanlı ve makosen ayakkabılar ile yürüyüş yapılmamalı.<br />
<br />
7- Çok sıcak havalarda ve saatlerde yürüyüşten kaçınmalı.<br />
<br />
8- Bir sıkıntı hissedildiğinde yürüyüşe inatla devam etmemeli.<br />
<br />
Yürüyüşün Faydaları<br />
<br />
Bu prensiplere bağlı kalınarak uygulanan yürüyüş programlarının kazançları ise şöyle sıralanıyor:<br />
<br />
1- Yürüyüş kan akımını ve kan damarlarının miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir, kalp-damar ve beynin damarsal hastalıkları riskini azaltır.<br />
<br />
2- Kalp kası dahil, vücut kaslarını kuvvetlendirerek, daha etkin çalışmalarını sağlar.<br />
<br />
3- Her bir kasılmada kalbin pompaladığı kan miktarını artırarak, istirahatte kalp atım sayısını (nabzı) azaltır.<br />
<br />
4- Egzersiz ve stres durumunda arteriel kan basıncında (tansiyonda) oluşan yükselmeyi azaltır.<br />
<br />
5- Kan basıncını düzenler.<br />
<br />
6- Kalp kasının yan damarlardan beslenmesini destekler. Böylece kalbin ana damarlarında oluşacak tıkanıklıkların vereceği zararı azaltır.<br />
<br />
7- Şişmanlık riskini azaltır.<br />
<br />
8- Sindirimi kolaylaştırır.<br />
<br />
9- Beyine oksijen sağlanmasını artırarak, zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir.<br />
<br />
10- Lenfatik dolaşıma yardımcı olur.<br />
<br />
11- Egzersiz sırasında ve sonrasında metabolizmayı uyarır.<br />
<br />
12- Solunumsal kapasiteyi ve aerobik gücü artırır.<br />
<br />
13- Büyümeyi ve travma sonrası toparlanmayı olumlu etkiler.<br />
<br />
14- Kan yağlarının (trigliserid) düzeyini düşürür.<br />
<br />
15- HDL/LDL (iyi huylu-kötü huylu kolesterol) dengesini düzenler.<br />
<br />
16- Koordinasyona olumlu etki yapar.<br />
<br />
17- eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel ve boyun ağrılarını hafifletir.<br />
<br />
18- Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar.<br />
<br />
19- Dayanıklılığı artırır.<br />
<br />
20- Yorgunluk duyumunu engeller.<br />
<br />
21- Uykusuzluğu azaltır, rahatlamaya yardımcı olur.<br />
<br />
22- Vücudun doğal keyif verici hormonları olan endorfinlerin salınımını sağlar.<br />
<br />
23- Yaşlanma sürecini geciktirerek, genç görünüm sağlar.<br />
<br />
24- Moral, özgüven ve iyimserliği artırır.<br />
<br />
Doç. Dr. Levent Köstem - Dr. Aylin Çeçen AksuScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-92135666668917953492010-12-18T02:11:00.001+02:002010-12-18T02:11:39.922+02:00Yüzme, yüzmenin faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZBSO-slc4LoGNXqscgbZSII3ZVyoOb-YlUL4X7VKO4ac9iZRucIFiGmEdBA-LT9M4Nsx5bogy-gwYa7gIx4gj7_cITxZsT4WvFELhgYBTlE71ph84PGUBGBoVJPCnH-AjSHuyb9FLDw/s1600/y%25C3%25BCzmee.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZBSO-slc4LoGNXqscgbZSII3ZVyoOb-YlUL4X7VKO4ac9iZRucIFiGmEdBA-LT9M4Nsx5bogy-gwYa7gIx4gj7_cITxZsT4WvFELhgYBTlE71ph84PGUBGBoVJPCnH-AjSHuyb9FLDw/s1600/y%25C3%25BCzmee.jpeg" /></a></div><br />
<b>Kalp-dolaşım sistemi üzerine etkileri</b><br />
Antrenmanlar ile kalbin dakika volümünü arttırmak mümkündür. Bu artışın gerceleşmesi maximal ve submaximal yapılan yüklenmelerle mümkündür. Yapılan araştırmalar kalbin dakika volümünü arttıran en iyi yolun submaximal (%70 ve altı) yüklenmeler olduğunu ortaya koymuştur. Kalbin dakika volümünün artması, dokuların oksijen ihtiyacının karşılanması bakımından çok önemlidir. Bu sebeple orta ve uzun mesafe yüzücülerin bu özelliğini geliştirmeleri önemlidir.<br />
<br />
Bilindiği gibi, kalbin dakika volümünün artması, öncelikle atım volümünün (her atımda pompalanan kan miktarı) ve de kalp atım sayısının artırılması ile olanaklıdır. Su içindeki yatay pozisyon, kalbin atım volümünün ayakta duruşa oranla daha iyi olmasını sağlar. Çünkü, bu pozisyonda, kalbin kan ile doluşu daha iyi olur. Su içinde, suyun kaldırma kuvveti yerçekimine karşı koyar. Bu konumda kalp, kanı yer çekimine karşı atmak zorunluğunda kalmaz. Ayrıca, suyun kaldırma kuvvetinin yer çekimini karşılanması ve suyun alt ekstremitelere uyguladığı hidrostatik basınç, havada dik durumda iken karşılaşılan "Kanın alt ekstremitelerde toplanma eğilimini" elemine eder. Diğer taraftan, su içinde kalp, ısı düzenlemesine yardım amacıyla deriye fazla kan göndermek zorunda kalmaz. Bu kan çalışan kaslara aktarılır.<br />
<br />
Özetlersek, yüzücülerdeki dolaşım diğer spor dallarındaki sporculara oranla farklılıklar gösterir. Bu durum, su içindeki vücudun yatay pozisyonda olmasına bağlıdır. Bu pozisyonda kalp kan ile tamamen dolar ve sonuçta kalbin tek bir kasılışında daha fazla kan vücuda pompalanır.<br />
<br />
• Düzenli antrenmanların kalp üzerine yaptığı olumlu etkiler şunlardır.<br />
1. Antrenman ile kalp odacıklarının hacmi büyür. Kalp odacıklarının büyümesi ile kalbin içine aldığı kan miktarı artarken, dakika volümü artar. İyi antrene edilmiş sporcularda kalbin yük altında bir dakika içinde pompalandığı kan miktarı 35-40 litreye kadar çıkabilmektedir.<br />
2. antrenman sonucunda, kalp kaslarında "hipertrofi" denilen gelişme, kalınlaşma, kuvvetlenme meydana gelir. Bu gelişmelerle kalbin pompalandığı kan daha güçlü bir şekilde organizmaya dağılır<br />
<br />
<b>YÜZMENİN SOLUNUM SİSTEMLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ</b><br />
Temel görevi, kana oksijen vermek ve kandaki karbondioksiti almak olan solunum sistemi, ağızdan ve burun dan başlayarak akciğerde sonlanır. Ağızdan ve burundan alınan hava "trakea" adı verilen ve havanın iletilmesini sağlayan boru yoluyla akciğerlere gelir. Akciğerlere gelen ve akciğerlerin yapısında bulunan "alvoel"lere (hava kesecikleri) yerleşe havada % 14-15 oksijen ve % 4.9-6.9 oranında karbondioksit vardır. Çevresi kılcal damarlarla sıkı bir şekilde çevrilmiş ola alveollerle kılcal damarlar arasında gaz alış verişi olur. Gaz değişimi diffüzyonla meydana gelir. Örneğin, vennler (toplara mar) içinde akciğerlere gelen karbondioksitten zengin kan, akciğer yapısındaki alveol keselerine geçerken burada bulunaı oksijen de kana geçer.<br />
<br />
Eritrosit içinde dokulara gelen oksijen il bağlanmış hemoglobin molekülü, oksijenini aktif dokulara verir. Bu alışveriş ise aşağıdaki şekilde belirtilmiştir. Antrenmanlar sırasında organizmanın oksijen gereksinimi ortar. Bu artışa paralel olarak, bu gereksinimi karşılayacak dolaşım ve solunum sistemlerinin de bu duruma fizyolojik bir uyum göstermesi gerekir. Dokuların oksijene olan gereksinimi arttıkça, solunum sisteminin organizmaya soktuğu oksijen miktarı ve bu oksijeni dokulara taşıyacak olan dolaşım sisteminin faaliyeti artar.<br />
Dinlenme durumunda bir kişi dakikada 12-16 kez soluk alırken, atrenmanlar sırasında solunum frekansı 40-50'y kadar çıkabilir.<br />
<br />
Kişinin bir dakikada aldığı hava miktarı ise o kişinin dakika başına solunum volümünü (hacmini meydana getirir.<br />
<br />
Dakika Başına Solunum Volümü= (Bir Solukta Alınan Hava Miktarı) x (Bir Dakikadaki Solunum Sayısı)<br />
<br />
Dinlenme durumundaki bir kişinin dakika başına solunum volümü 5-8 litre/dk. civarındadır. Bu miktar, yük altında 120 It./dk.'ya, bazı durumlarda da 140 It./dk.'ya kadar yükselebilir.<br />
<br />
Fiziksel çalışmalarda bir taraftan solunum volümü, diğer taraftan da solunum frekansının artırılmas ile solu-num-dakika volümü artırılmış olur.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-78054791954657232682010-12-17T02:49:00.001+02:002010-12-17T02:51:41.723+02:00Saç dökülmesini önleme yolları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4Eqtm189sUL940xpJ17AU3byj1Oibswdx4PXtzYGJq4Ms7X8aV-Cg83dqxwlOLtouR0dn4u7g3ZSJC4njOtnz9l1RQ4eAu0ucobz1UIARvFyY6ikA8kNcSokvQQnCuKKll8G8663QCg/s1600/sa%25C3%25A7%25C3%25A7.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi4Eqtm189sUL940xpJ17AU3byj1Oibswdx4PXtzYGJq4Ms7X8aV-Cg83dqxwlOLtouR0dn4u7g3ZSJC4njOtnz9l1RQ4eAu0ucobz1UIARvFyY6ikA8kNcSokvQQnCuKKll8G8663QCg/s200/sa%25C3%25A7%25C3%25A7.jpg" width="200" /></a></div><br />
Bitkisel tedavi yöntemleriyle saç dökülmesi : Günde, normal olarak 80 saç kılı dökülür. Bundan fazla dökülme, yaşın ilerlemiş olması, bazı ateşli hastalıklar, tiroid hastalıkları, kansızlık, verem, şeker hastalığı gibi bütün vücudu etkileyen hastalıklardan sonra görülür. Saç dökülmesi ve pelada olmak üzere iki çeşittir.<br />
Basit saç dökülmesi : Saçların azalması ve alttaki saçların tamamen dökülmesi şeklinde görülür. Sebebi; yaşlılık ve irsidir.<br />
Pelad : Başın derisi parlaktır. Dökülmeler benekler halinde olup, kenarları keskindir.<br />
Saç dökülmesi nasıl önlenir<br />
Bitkisel çözümler saç dökülmesine karşı şöyledir ;<br />
1) 20 bardak kaynak suya; 1 çorba kaşığı çok ince kıyılmış ısırgan otu konur. Yarım saat bekletildikten sonra temiz ve ince bir tülbentten süzülür. Yatmadan önce, bu suyla saç dipleri ovularak yıkanır.<br />
2) 2 bardak ılık suya; 1 adet çiğ yumurta sarısı konup, çırpılır. Akşamleyin, saçlara ovularak sürülür. Sabahleyin, katranlı sabun ve bol suyla yıkanır. Bu yöntem kepeklenmeyi de engeller.<br />
3) 1 baş kuru sarımsak ateşte pişirilir, ezilir. Külüne; 1 çorba kaşığı zeytinyağı konup, karıştırılır. Yatmadan önce, saç diplerine işleyecek şekilde sürülür. Temiz bir tülbentle sarılıp, yatırılır. Sabahleyin, katranlı sabun ve bol suyla yıkanır.<br />
4) Temiz bir şişeye; 2 su bardağı sıcak su, 2 çorba kaşığı (25 gram) karbonat ve 2 çorba kaşığı (25 gram) arap sabunu konur. ıyice çalkalandıktan sonra 24 saat bekletilir. Sonra, üstte biriken kısım alınıp saçlara sürülür. 6 saat sonra bol suyla yıkanır.<br />
5) 10 bardak suya; 11 avuç kepek konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra temiz ve ince bir tülbentten süzülür. Suyuna, 1 su bardağı taze sıkılmış limon suyu konup, saçlar yıkanır. Aynı ileme, 15 gün devam edilir.<br />
6) 8 bardak suya; 1 avuç hatmi çiçeği konur. 10 dakika kaynatıldıktan sonra temiz ve ince bir tülbentten süzülür, saçlar yıkanır.<br />
7) 1 su bardağı bala; 1 tatlı kaşığı toz karabiber ve 1 kahve fincanı yeni sıkılmış kuru soğan suyu konur. ıyice karıştırıldıktan sonra, saçlara, diplerine gidecek şekilde sürülür. 6 saat sonra ılık su ve katranlık sabunla yıkanır.<br />
Saç diplerine, 10 günde bir susam yağı sürülür.<br />
9) Saç diplerine, lavanta çiçeği yağı ile friksiyon yapılır. 6 saat sonra katranlı sabun ve bol suyla yıkanır.<br />
Saç dökülmesi sorunu yaşayanlar, bitkisel tedavilerle saç dökülmesi çözümlerini uygulayarak, saç dökülmesini engelleyebilirler. Tedavilerin hepsini aynı anda yapmamak, içlerinden size uygun olanı seçerek, zamanla hepsini deneyerek de sonuç alabilirsiniz. Hepsi etkilidir. Kadınların saçlarına çok bakım yaptırdıkları fön, boya gibi kimyasal maddelerden dolayı çok yıpranmaktadır. Bunun için bu bitkisel saç bakım yöntemleriyle saçlarınızı koruyabilirsiniz.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-84417820968614954182010-12-17T02:41:00.001+02:002010-12-17T02:41:59.657+02:00Fındık Yağı ve Faydaları<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglDOGUS2MaMk9OZTPmHId34hvY9ORoiRJXwQKNlF4ZRhxl8McTvBCsq_ss7nzRSd62VDVYRnYZsRQR3TpaZx_xKT953Xtkq3dO8-Kg6xR4CbWEURA2BM0Kh9k9k-gPt0qYV1gjJNZtdA/s1600/findik.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="165" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglDOGUS2MaMk9OZTPmHId34hvY9ORoiRJXwQKNlF4ZRhxl8McTvBCsq_ss7nzRSd62VDVYRnYZsRQR3TpaZx_xKT953Xtkq3dO8-Kg6xR4CbWEURA2BM0Kh9k9k-gPt0qYV1gjJNZtdA/s200/findik.jpg" width="200" /></a></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><br />
</div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">TMO tarafından imalatı yaptırılan ve perakende olarak ülke genelindeki 150</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">satıs noktasında satısa sunulan rafine fındık yağının diğer bitkisel yağlarla</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">karsılastırılması ve insan sağlığına olan faydaları asağıda yer almaktadır:</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• Fındık yağının yağ asitleri bilesiminde % 80 oranında oleik asit bulunmakta olup bu oran</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">zeytinyağı da dâhil diğer bitkisel yağların üzerindedir.</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• Oleik asit; yüksek tansiyon riskini azaltmakta, kötü kolesterolü (LDL) düsürmekte, iyi</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">kolesterolü (HDL) arttırmakta, kalp damar hastalıklarına karsı koruyucu etki göstermekte,</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">diyabetli hastaların insülin ihtiyacını azaltmakta, kan sekerini düzenlemekte ve tümör gelisimini engelleyerek kansere karsı koruyucu etki yapmaktadır.</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• E vitamini fındık yağında diğer bitkisel yağlardan daha fazla miktarda bulunmaktadır.</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• E vitamininin; üreme sistemine olumlu katkıda bulunduğu, alyuvarların parçalanmasını</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">önleyerek kansızlığa karsı koruyucu etki yaptığı, vücut hücrelerini koruyarak yaşlanmayı</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">geciktirdiği, Parkinson ve Alzheimer hastalıklarını önlediği bilinmektedir.</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• Fındık yağının yanma noktası diğer yağlardan çok daha yüksektir. Yanma ısısı 220 0C</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">olan fındık yağı ısıya karsı en dayanıklı yağdır. Fındık yağı dısındaki diğer yağların, yüksek ısıya dayanamadığından pisirildiklerinde, (özellikle yüksek dereceli kızartmalarda) fiziksel ve kimyasal yapıları değiserek zehirli (toksik) özellikleri açığa çıkmaktadır.</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">• Fındık yağının, kızartmalarda kullanıldığında ortamda ve yiyecekte koku bırakmadığı,</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">hafif ve lezzetli olması nedeniyle hamur isleri de dâhil her türlü yemek yapımında çok iyi</span></div><div style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-size: small;">sonuçlar verdiği bilinmektedir.</span></div>ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4249713369549095196.post-59644620171955778072010-12-17T00:31:00.000+02:002010-12-17T00:31:36.922+02:00Domates neye iyi geliyor ?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdrep-NvWSMiGkTa2BihV0dpcgjlVwrKJyr2hyphenhyphenu2t9xNHb7n79Xuj_0IYNjhAGK2g6VeNodhDo8MZz2lanH1b62jHGwQY80o6q0vGwdQd3BBY1ZAogT03vvlpweWzsm3ohBGY0pzQI9w/s1600/domates_1248633750-1151.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjdrep-NvWSMiGkTa2BihV0dpcgjlVwrKJyr2hyphenhyphenu2t9xNHb7n79Xuj_0IYNjhAGK2g6VeNodhDo8MZz2lanH1b62jHGwQY80o6q0vGwdQd3BBY1ZAogT03vvlpweWzsm3ohBGY0pzQI9w/s200/domates_1248633750-1151.jpg" width="200" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"></div><br />
Bol ve çeşitli vitaminleri, mineralleri ve faydalı organik asitleri ile tıbbi değeri çok yüksek bir sebze olan domatesin, vücuda kükürt, fosfor ve organik sodyum verdiğini vurgulayan uzmanlar, bir domatesteki C vitamininin, tavsiye edilen günlük miktarın yüzde 50’sinden fazla olduğunu bildiriyor.<br />
<br />
<br />
Uzmanlar, domatesin damarları yumuşattığını, kanı durulttuğunu, üre miktarını düşürdüğünü, vücudu gençleştirdiğini belirterek, kalp, karaciğer, böbrek bozuklukları ve şekerliler için çok faydalı olduğunu ifade ediyor.<br />
<br />
<br />
Domatesin, böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürdüğünü ifade eden uzmanlar, vücutta biriken üre asidi ve ürat tuzlarını eriterek idrarla dışarı attığını, vücutta biriken suyu boşalttığını kaydediyor. Uzmanlar, kansere tutulmamak için domatesin iyi bir sebze olduğunu bildiriyor.<br />
<br />
<br />
Domatesin C ve E vitaminleri içerdiğini, zengin bir potasyum kaynağı olduğunu ve çok az miktarda tuz bulunduğunu söyleyen uzmanlar, yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olduğunu ve vücudun su tutmasını engellediğini ifade ediyor. Domatesin hazmı kolaylaştırdığını, özellikle nişastalı yiyeceklerin (hamur işleri, kuru erzak) kolay sindirilmesini sağladığını vurgulayan uzmanlar, kabuk ve çekirdekleriyle bağırsakları harekete geçirdiğini ve pekliği giderdiğini belirtiyor.ScripThttp://www.blogger.com/profile/11386660532962664644noreply@blogger.com0